30 Haziran 2010 Çarşamba

Bebekler Ne Kadar Uyumalı?

1-3yaş arasındaki çocuklar günde 12-14 saat uyumahdır. Çocuklar 1 yaşlarına gelirken 18-21 ay arasında sabahlan uyandık­tan bir süre sonra yeniden uyumayı bırakırlar. Bu aylarda çocuklar gün ortasında ortalama 1,5-2 saat kadar uyurlar. Bu yaş grubunda­ki çocukların uyku ihtiyacı ortalama 14 saat iken genellikle ortala­ma toplam uyku süreleri yaklaşık 10 saattir.

Bebek uyku süresi

21-36 ay arasında genellikle pek çok çocuk öğleden sonra uyu­ma ihtiyacı duyar. Ortalama öğle uyku süreleri de 1 ve 3 saat ara­sında değişir. Akşamları 19.00 ve 21.00 saatleri arası yatıp sabah­ları 06.00 ile 08.00 arası uyanırlar. Eğer çocuğunuz yeterince iyi uyuyup dinlenebiliyorsa gün içindeki değişikliklere kolaylıkla uyum sağlar. Ancak eğer çocuğunuzun uykuları yeterince sağlıklı değilse yaşamındaki değişikliklere uyum sağlaması oldukça zor olur. Yine bu aylar genellikle çocukların beşikte uyumaktan yatakta uyumaya başladığı aylardır. O nedenle de bu aylarda ayrılma, karanlıktan, ca­navarlardan korkma gibi yeni korkular geliştirebilirler. Uyku ile ilgi­li olabilecek olası tüm problemleri aşabilmek için mümkün olduğun­ca erken yaşta bir uyku düzeninin yerleşmiş olması gerekir.

3-6 yaş arasındaki çocuklar günde 10-12 saat uyumahdır. Bu yaşlarda çocuklar genellikle akşamları saat 19.00 ile 21.00 saatleri arası yatıp sabahlan saat 06.00 ile 08.00 arası uyanırlar. 3 yaşlarında hâlâ öğle uykuları devam ederken 5 yaşında genellikle öğle uykusu tamamen ortadan kalkar. 3 yaşından sonra uyku problemlerine pek rastlanmaz; çünkü ilk 3 yıl içinde çocuğun be­nimsediği bir uyku düzeni oluşmuştur.

Her zaman anne babaların dikkatli olmalan gereken nokta çocuk­larının yeterince uyuyup dinlendiklerinden emin olmaktır. Çocuklar yuvaya ya da hazırlık sınıfına başladıklarında öğle uykusuna direnç göstermeye başlarlar. Eğer çocuğunuz geceleri daha erken yatarak öğ­le uykusu açığını kapatamıyorsa, öğle uykularında ısrarcı olmakta ya­rar vardır. Eğer çocuğunuz hazır olmadan öğle uykusunu bırakırsa bu durum çocuğun davranışlanna huzursuzluk olarak yansıyacaktır.
Pek çok başka etmenin yanı sıra çocuğunuzun uyku düzeni, uykusunun kalitesi ruh hali ve davranışları üzerinde etkilidir.


Çocuklarda Uyku Süresi

7-12 yaş arasındaki çocuklar günde 10-11 saat uyumahdır. Bu yaşlarda gerek sosyal yaşam, gerek okul yaşamı, gerekse aile içi etkinliklerden ötürü daha geç saatlerde uyunur. 12 yaş civarın­da genellikle çocukların uykuya gidişleri akşam 21.00 olmakla bir­likte çocuktan çocuğa da değişkenlik gösterir. Ortalama gece uyku süresi dokuz saattir. 7-12 yaş arasında uyumakta zorlanan ve uy­kuları yeterince kaliteli olmayan çocukların okul yaşamında zor­landıkları görülür.

Beyin Olumu Hastaligi Bulgulari

Beyin Ölümü Hastalarında Karşılaşılan Diğer Bulgular

Bu bulgular, beyin ölümü gelişen hastalarda nadiren ortaya çıkmaktadır. Ancak, bunların beyin sapı fonksiyonla­rını göstermediği ve beyin ölümü tanısında herhangi bir kuşkuya neden olma­ması gerektiği unutulmamalıdır.
Ekstremitelerin spontan spinal hareketleri (patolojik fleksiyon veya ekstansiyon yanıtı ile karış­tırılmamalıdır)
Solunum benzeri hareketler (o-muz adduksiyonu ve elevasyonu, sırtın yay şeklini alması, tidal vo-lüm oluşturmayan interkostal ge­nişleme)
Terleme, kızarıklık, taşikardi
Farmakolojik destek olmaksızın normal kan basıncı
Diyabetes insipitusun olmaması (normal ozmolar kontrol meka­nizma)
Derin tendon refleksleri ve üçlü fleksiyon yanıtının alınması
Babinski refleksinin alınması

Beyin Ölümü Tanısını Destekleyen Laboratuar Testler
Beyin ölümü tanısı klinik olarak ko­nur. Tanıda destekleyici testlerin kulla­nılması zorunlu değildir. Ancak klinik testlerin güvenilir bir şekilde uygulana­madığı veya değerlendirilemediği bazı spesifik durumlarda destekleyici testler yararlı olabilir.

Konvansiyonel Anjiografi Willis poligonu veya karotid bifur-kasyonu düzeyinden itibaren ileriye doğru intraserebral kan akımı durmuş­tur. Eksternal karotid sirkülasyonu de­vam eder ve süperior longitudinal sinü­sün doluşu gecikebilir.

Elektroensefalografi (EEG) En az 30 dakika süresince elektriksel aktivitenin olmadığı veya izoelektrik hat bulgusu gösterilmelidir.

Transkraniyal Doppler Ultrasonografi

Kan akımı sinyallerinin olmaması, beyin ölümünü gösterir.
Teknesyum 99 HMPAO ile Radyonüklid Sintigrafi
Beyin ölümünde beyin parankim dokusu izotopu tutmaz (hollow skull fenomeni).

Somatosensoryel Uyarılmış Potansiyeller

Beyin sapı işitsel uyarılmış yanıtla­rının izoelektrik hat olarak gözlenmesi, beyin sapı ölümünü destekler.
Beyin ölümü düşünülen bir hastada öncelikli yaklaşım; iyi bir nörolojik mu­ayene, etyolojinin saptanması ve hasa­rın geri dönüşümsüz olduğunun göste­rilmesi olmalıdır. Bundan sonra, beyin sapı reflekslerinin ve ağrılı uyaranlara karşı motor yanıtların olmadığı, hiper-kapniye rağmen solunumun yokluğu­nun gösterildiği klinik incelemeler ya­pılmalıdır. Nörolojik muayene, tercihen 6 saat ara ile mutlaka tekrarlanmalı ve gerekli görülen durumlarda destekleyici laboratuar testlerden olanaklara, deneyi­me göre en uygun olanları seçilerek uy­gulanmalıdır. Beyin ölümü saptandıktan sonra hastanın ailesine bilgi verilmeli ve hastanın öldüğü kesin bir ifade ile anlatılmalıdır. Transplantasyon için uy­gun olan hastalarda organ bağışı için gerekli girişimler yapılırken, ailesi tara­fından organ bağış izni alınamayan has­taların, ailenin son ziyaretleri için yeter­li bir süre ve ortam sağlanması kaydıyla tüm destek tedavileri ve mekanik ven-tilatör desteği kesilmelidir.

Epidural Anestezi Nedir

Epidural Anestezi Nedir, Epidural Anestezi Yan etkileri

Spinal anesteziden farklı olarak epi­dural anestezide pozisyon ve ilacın yo­ğunluğunun anestezi düzeyine etkisi yoktur. Diğer etkileyen faktörler ise;

Epidural Teknik

Spinal anesteziye oranla daha zor­dur. Spinal anestezide beyin omurilik sıvısı gelmesi iğnenin doğru yerde ol­duğunu gösteren önemli bulgudur. Yan­lış pozitif veya yanlış negatiflik söz konusu değildir. Epidural teknikte ise, iğnenin (Tuohy iğnesi) epidural mesa­fede olduğunu buradaki negatif basınç­tan faydalanarak anlarız. Bunun için, ya iğnenin arkasına bir damla asarak (asılı damla yöntemi) aralığa girildiğinde damlanın içen çekilmesini, ya da iğne­nin arkasına özel bir enjektör takıp sürekli bir basınç uygulayarak iğnenin itilmesi ve epidural mesafeye girildiğin­de direncin kaybolmasını (direnç kaybı yöntemi) izleriz. Ancak bu yöntemler %100 güvenilir değildir, yalancı pozitif­lik söz konusudur.

Epidural Aralık

Düzgün bir boşluk olmaması, septalar ve kompartmanlar içermesi verilen lokal anestezik solüsyonun düzgün da­ğılımını önleyebileceğinden bloğun ba­şarı şansını azaltabilecektir. Burada doz ve solüsyonun volümü blok başarısında son derece önemlidir. Ayrıca, çok kalın olan ve miyelinli sinir lifi oranı yüksek olan S, sinir kökünde yeterli blok sağlanamayabilir.

29 Haziran 2010 Salı

Cocuklarda Kabus Gorme

Çocuklarda Kâbus Görme

Çocukların rüya görmeleri doğal ve gereklidir. Kâbuslar çocuklar­da kaygının varlığının habercisidir. Kâbuslar genellikle bir kitap­taki korkunç bir kahraman ya da bir çizgi film kahramanı ile ilgili görünseler de aslında daha genel bir kaygı nedeniyle ortaya çıkar­lar. Anne baba arasında yaşanan bir geçimsizlik, çocuğun tanık olduğu bir tartışma kâbus görmesine neden olur.

Bazı anne babalar geceleri çocukları ağlayarak uyandıklarında ya da iyi olmadıklarında derhal çocuklarının yanına giderek onaları yatıştırma eğilimindedirler. Bazı anne babalar ise bu durumda daha yavaş hareket edebilirler. Çocuğunuz gece korku içinde ağla­yarak uyandığında yapılabilecek en iyi şey yanına giderek onu yatıştırmaktır; bu genellikle işe yarar ve çocuk kolaylıkla uykuya dalar. Ertesi gün eğer çocuk gördüğü kâbusu hatırlıyorsa üzerine konuşmakta yarar vardır. Ancak çocukların büyük bölümü sabah­ları uyandıklarında gördükleri kâbusu hatırlamazlar ve gece yaşa­dıkları korkuyu atlatmaları da çabuk olur.

Bebeklerde Kabus

İki üç yaşlarındaki çocuklarda görülen bir başka şey de gecele­ri uykularında çığlık atıp bağırmalarıdır. Çocuğu korkutan her ne ise uyandırılmaya çalışıldığında bile o şeyi görmeye devam eder. Kendini yatıştırmak için yanına gelen ebeveynine bir taraftan uyu­maya devam ederken diğer taraftan da kendisini korumak amaçlı saldırabilir. Böylesi bir durumda çocuk uyandırılmamalı, yanında kalarak nöbetin geçmesi beklenmelidir. Genellikle çocuklar böyle­si bir nöbetin ardından uyanmayarak uyumaya devam ederler. Bu tür nöbetler genellikle çocuğun yaşadığı duygusal bir sorunun ha­bercisi değildir. Bu tür nöbetlerin nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte yüksek ateş ya da yaşanan travmaların neden olduğu dü­şünülmektedir. Eğer bu durum düzenli olarak devam ediyorsa mutlaka doktora başvurulmalıdır.

Spinal Anestezi ve Yan Etkileri

Santral Bloklar

Spinal Anestezi ve Yan Etkileri

Spinal anestezi subaraknoid aralığa lokal anestezik enjeksiyonu ile elde edi­lir. Küçük volümde (1-3 mi) lokal anes­tezik ile, vücudun genellikle umbilikus altında kalan kısmında bütün duyular bloke edilir. İşlem spinal kordun son-landığı 1. lomber vertebradan daha alt seviyelerden (L2- S,) yapılır.
Etki yeri ve mekanizması: Beyin omurilik sıvısı içine enjekte edilen lokal anestezik ilaç sinir dokusu tarafından alınarak ve damar içine absorbe olarak ortamdan uzaklaştırılır.

Lokal anestezik maddenin sinir dokusuna penetrasyonu verilen doz, yağda çözünürlük, lokal kan akımı ve doku yüzeyi ile değişir. Enjeksiyon yerinde lokal anestezik kon­santrasyonu daha fazladır. Uzaklaştıkça dilüe olur. Lokal anestezik sinir olu­şumlarından medulla spinalis, dorsal ganglionlar ve spinal sinirlerin doku­suna penetre olur. Medulla spinalisin dokusundaki konsantrasyonu anestezi sağlayamayacak kadar düşük bulunmuştur.

Anestezi düzeyini saptayan spi nal sinir ve dorsal ganglionlardaki kon santrasyondur. Sinir liflerinin kalınlığıı blokajda önemli rol oynar. İnce sinir lifleri daha kolay bloke olur. Bu neden­le spinal anestezinin oluşumunda önce Sempatik, sonra duyusal ve daha sonra motor blok olluşur. Sempatik blok duyu­sal bloğun en az 2 segnîenr üstünde, motor blok ise 2 segment alttadır.

Beyin Olumunde Tani

Beyin Ölümünde Tanı

Beyin ölümü tanısında en önemli nokta, beyin sapı fonksiyonlarının geri dönüşümsüz kaybının hiçbir kuşkuya yer bırakmaksızın saptanmasıdır. Beyin ölümü tanısı öncelikle klinik olarak ko­nur.

Tanı İçin Gerekli Önkoşullar

1. Beyin Ölümüne Yol Açan Nedenin Saptanması


Ağır koma durumundaki hastaya, dikkatli bir nörolojik incelemeyi içine alacak şekilde klinik muayene yapılma­lıdır. Anamnez ve muayeneye ek ola­rak, radyolojik görüntüleme yöntemleri (BT, MR gibi) ile genellikle beyin hasarının nedeni saptanabilmektedir. Ancak, komanın etyolojisinin belirlenememesi halinde geri dönüşümlü nedenlerin ge­çerli olabileceği ve beyin ölümü tanısı­na ilişkin bir kuşku oluşabileceği unu­tulmamalıdır.

2. Komanın Geri Dönüşümsüz Olduğunun Gösterilmesi

Klinik tanıda karışıklığa neden ola­bilecek geri dönüşümlü metabolik-en-dokrin bozukluklar, asit/baz dengesiz­likleri ve ciddi elektrolit bozuklukları olan hastalar değerlendirme dışında bı­rakılmalıdır. Beyin ölümü yönünden de­ğerlendirilecek hastalarda hipotermiye bağlı olarak beyin sapı refleksleri deği­şiklik gösterebilir. Bu nedenle rektal ve­ya özofageal olarak da ölçülebilecek vücut iç sıcaklığı, 32°C'nin üzerinde ol­malıdır. Ayrıca şok, nöromüsküler dis-fonksiyona yol açacak nedenler, ilaç en-toksikasyonu ve yüksek dozda sedatif ilaç kullanımı halinde beyin ölümüne yönelik klinik değerlendirme yapılma­malıdır.

Klinik Değerlendirme

Beyin ölümünün üç ana klinik bul­gusu vardır:

1. Koma veya Yanıtsızlık


Beyin ölümü olan kişilerde, spontan veya ağrılı uyaranlara (tırnak yatağı ve­ya supraorbital bölgeye bası) karşı se-rebral motor yanıt alınamaz. Spontan solunum yoktur. Konvülsiyon veya dis-kinezisi olan, dekortike veya deserebre postür alan hastalara beyin ölümü tanısı konulamaz. Ancak beyin ölümü olan az sayıda hastada spinal refleks olarak ka­bul edilen bazı hareketlere rastlanabilir:
Baş veya ekstremitelerde ağrılı uyaran verilmediği halde spontan hareket veya titreme oluşması
Alt ekstremitelerde derin tendon refleksleri, üçlü fleksör yanıtla­rın olması
Omuzlarda elevasyon ve adduk-siyon, sırtta yaya benzer kıvrıl­ma, interkostal kaslarda tidal volüm oluşturmayan kasılmalar görülmesi
Hasta ventilatörden ayrıldığında baş ve sırtta fleksiyon, birkaç sa­niye süre ile yataktan yükselme ve tekrar yatakta supin pozisyon alma şeklinde tanımlanan "Laza-rus belirtisi"nin ortaya çıkması.
Bu hareketler beyin ölümü kararında kuşkuya yol açmamalı, gerekli görüldü­ğü takdirde beyin ölümü tanısını destekleyici testler uygulanmalıdır.

2. Beyin Sapı Reflekslerinin Olmaması

Pupiller: Beyin ölümü geliştiğin­de, pupiller parlak ışığa yanıt vermez, orta hatta, sabit ve diktedir (4-9 mm). Lokal veya sistemik olarak uygulanan yük­sek doz atropin, skopolamin, sempatomimetikler, dopamin gibi ilaçların pupillerin yanıtını etkile­yebileceğine ve hastaya verilme­miş olmasına dikkat edilmelidir. Maksillofasiyal travma, geçiril­miş göz operasyonlarına bağlı veya doğumsal olan pupil deği­şiklikleri de gözönünde bulundu­rulmalıdır.

Oküler hareketler: Başlıca iki test ile değerlendirilir:

a- Okülosefalik Refleks {doll's eyes): Servikal vertebra hasarı, artrit ve­ya instabilitesi olmayan hastalara uygu­lanmalıdır. Hastanın başı hızlı bir şekil­de orta hattan her iki yana veya çene vertikal yönde hareket ettirilir. Beyin sapı sağlam olan kişilerde, önce başın çevrildiği tarafın tersine doğru göz ha­reketi olur ve ardından gözler yavaş ya­vaş başlangıçtaki pozisyonuna geri dö­ner. Beyin ölümünde orbita içinde göz hareketi olmaz.

b- Okülovestibüler Refleks: Timpa-nik membran sağlam olmak koşulu ile, baş 30" yüksekte iken dış kulak yoluna 50 mi buzlu su ile irrigasyon uygulanır ve 1 dakika beklenir. Beyin sapı fonksi­yonel ise, her iki göz irrige edilen kula­ğa doğru deviye olur. Beyin ölümünde gözler hareket etmez.

Testin güvenilir olması için her iki kulak irrigasyonu arasında 5 dakika sü­re ile beklenmesi gereklidir.
Fasiyal motor ve duyusal yanıtlar a- Kornea refleksi: Beyin ölümünde pamukla korneaya dokunulduğunda göz kırpma hareketi olmaz.

b- Jaw refleksi: Parmakla çeneye vuru sonucu oluşan çiğneme hareketi, beyin ölümünde görülmez.
c- Supraorbital bölge, tırnak yatağı veya temporomandibular ekleme derin bası uygulandığında yüzde buruşma ha­reketi grimacing yoktur.
Faringeal ve trakeal refleksler
a- Posterior farinks, dil basacağı ile uyarıldıktan sonra öğürme refleksi oluş­maz.
b- Trakeal aspirasyona karşı öksür­me veya bradiaritmi yanıtı gözlenmez.

3. Apne testi

Hiperkapnik uyarıya karşı persistan apne olduğunun gösterilmesi, beyin sa­pı fonksiyon kaybını belirleyen en önemli testtir. Ancak apne testinin yapı­labilmesi için aşağıdaki koşullara uyul­ması gerekir:
Vücut iç sıcaklığı>36,5°C olmalı
Sistolik kan basmcı>90 mmHg olmalı
Diyabetes insipitus varsa düzel­tilmeli ve mümkünse son 6 saat içerisinde pozitif sıvı dengesi sağlanmalı

Daha sora hasta pulse oksimetre ile monitörize edilir ve ventilatörden ayrı­lır. Test sırasında hipoksi gelişmesini önlemek için endotrakeal tüp veya tra-keotomi kanülünden bir kateter aracılığı ile 6 L/dk'dan %100 02 verilir. Yeterli ti-dal volüm oluşturacak abdominal veya torakal hareket olup olmadığı gözlenir. Apne sırasında PaC02'in dakikada 1-3 mmHg yükselmesi nedeniyle 8-10 dakika sonra arteriyel kan gazı örneği alı­nır ve hasta tekrar ventile edilmeye baş­lanır. Eğer PaCO2>60 mmHg olmasına rağmen herhangi bir spontan solunum hareketi gözlenmiyorsa, apne testi pozi­tiftir ve bu sonuç beyin ölümü tanısını destekler. Solunum hareketi gözlenmiş-se apne testi negatiftir.

Apne testi sırasında sistolik kan ba-smcı<90 mmHg olarak ölçülürse veya pulse oksimetre önemli bir oksijen de-satürasyonu gösterirse ve aritmi oluşur­sa, derhal kan gazı için arteriyel kan ör­neği alınarak hasta ventile edilmeye başlanır. Eğer PaC02 60 mmHg'nın üze­rindeyse, apne testi pozitif kabul edilir. PaC02 60 mmHg'dan daha düşükse, destekleyici laboratuar testleri uygula­nır. Klinik testlerin, birbirinden bağım­sız uzman kişiler tarafından 2-24 saat arasında değişen periyodlarla tekrarlan­ması gereklidir.

Aşağıdaki durumlarda klinik olarak beyin ölümü tanısı konulması güçlük oluşturur. Bu durumlarda destekleyici testlere başvurulmalıdır.
1- Ağır fasiyal travma
2- Önceden var olan pupil anomali­leri
3- Toksik düzeyde alınan sedatif ilaçlar, aminoglikozidler, trisiklik anti-depresanlar, antikolinerjikler, antiepi-leptik ilaçlar, kemoterapötik ajanlar ve nöromüsküler blokerler
4- Uyku apnesi veya kronik karbon­dioksit retansiyonu ile sonuçlanan ağır pulmoner hastalıklar

28 Haziran 2010 Pazartesi

Beyin Olumu Tanisi

Yetişkinlerde Beyin Ölümü Tanısı

Beyin ölümü, korteks ve beyin sapı fonksiyonlarının geri dönüşümsüz bir şekilde kaybı ile sonuçlanan beyin hara-biyetidir. Bu durum genellikle ağır kafa travmaları, yaygın intraserebral hemo-raji veya infarktlara bağlı ortaya çıkar. Bazen de hipoksi veya hipotansiyona yol açarak beyin hasarına neden olan durumlar beyin ölümü ile sonuçlanabi­lir.

Tarihsel gelişime bakıldığında ölüm, hekimler tarafından "somatik ölüm" ve­ya "kardiyak ölüm" olarak da tanımlan­dığı üzere; kalp atımlarının ve solunu­mun kalıcı bir şekilde durması olarak kabul edilmekteydi. Solunumun venti-latörler ile yapay olarak sağlanması, ilaç infüzyonları ile kalp atımlarının sürdürülmesi ve dolaşımın desteklen­mesi gibi ileri medikal yaklaşımların uygulanmasına bağlı olarak beyin ölü­mü gelişmiş bir hasta yaşıyormuş gibi görünebilir. Uzun süreli yapay solunum ve ileri medikal yaklaşımların uygula­nabildiği yoğun bakım ünitelerinin ge­lişmesi ve yaygınlaşması sonucu ölüm, anlık bir olay olmaktan çıkarak bir sü­reç içinde oluşmaya başlamıştır. Ancak, beyin ve beyin sapının ölümünü sapta­mak, hastanın öldüğünü saptamakla eş değerdedir. Kalp atımları süren ve solu­numu yapay olarak sağlanan hastaya beyin ölümü tanısının erkenden konul­ması gerekliliğinin üç önemli nedeni vardır:

1- Henüz fonksiyonlarını sürdürmek­te olan organların transplantasyon amacıyla değerlendirilmesine olanak sağlan­ması

2- Beyin ölümü kesinleşmiş hastanın ailesine sonucun bildirilmesi ve yakın­larının daha fazla yıpranmasının önüne geçilmesi

3- Ülkemizde sayısal olarak yetersiz olan yoğun bakım yataklarının kurtarı-labilecek hastaların tedavisine sunul­ması

Beyin ölümünün ilk kez 1959'da Mollareî tarafından tanımlanmasından sonra, çeşitli ülkeler kurallar oluştura­rak yayınlamaya başlamıştır. Ölümün tanımlaması 1968 yılında yayınlanan "Harvard" bildirisi ile değişerek, beyin ölümü saptanmış hasta ölü olarak kabul edilmiştir.

Türkiye'de, 29.5.1979 tarih ve 2238 sayılı Organ ve Doku Nakli hakkındaki kanunun III. Bölüm 11. maddesi gere­ğince "Tıbbi Ölüm Hali" olarak ifade edilen beyin ölümü; kardiyolog, nöro­log, beyin cerrahı, anesteziyoloji ve rea-nimasyon uzmanından oluşan dört kişilik hekimler kurulunca oy birliği ile saptanmaktadır. Ayrıca 20 Ağustos 1993 gün ve 21674 sayı ile Resmi Ga-zete'de yayınlanan Organ Nakil Mer­kezleri Yönetmeliği'ne ilave edilen Ek-l'de beyin ölümü kriterleri belirlen­miştir.

Cocuklarda Ruya Gorme

Çocukların rüyaları ne anlama gelir?

Rüyalardaki görüntüler sembolik olarak kişinin bilinçdışı çatışma­larını temsil eder. Kişi rüyaları aracılığıyla geçmiş yaşantıları ile şimdiki yaşantıları arasındaki ilişkiyi daha kolay kurabilir. Bu nedenle de rüyaların geçmişi ve şimdiyi buluşturması bakımından birleştirici bir işlevi de vardır.

Çocuklarda Rüya Görme

Rüyalar hafızamızda yer alan geçmiş yaşantılarımızı gündelik hayatın rutinine bağlayarak yaşamımızda bir sürekliliği sağlarlar. Bu sürekliliği biz çocukların oyunlarında görebiliriz. Çünkü çocuk­lar oyunlarında fantezilerini olduğu kadar rüyalarını da canlandı­rırlar. Çocukları anlayarak onların ruhsal çatışmalarını çözümle­mek amacıyla kullanılan oyun terapisi çocuğun fantezi ve düşün-çelerini açığa çıkarması bakımından oldukça etkili bir yöntemdir.

Çocukların rüyaları ve kâbusları tıpkı oyunları gibi onların duygusal çatışma ve kaygılarını ifade etmeleri bakımından oldukça anlamlıdır. Rüyalar kimi durumlarda duygusal çatışmaların çözüme ulaşmasına da yardım ederler. Nasıl bazı çocuklar oyun oy­namada zorlanırlarsa bazı çocuklar da kolaylıkla rahatlayıp uykuya dalmakta ve rüya görmekte zorlanabilirler. Yapılan araştırmalar an­neleri depresyonda olan çocukların hem oyun kurmakta zorlandık­larını hem de daha çok kâbus gördüklerini göstermektedir.

Rüya uykunun REM döneminde görülür. REM, uykuda beynin en aktif olduğu dönemdir. Geçmişte bebeklerin rüya görmedikleri düşünülüyordu. Yapılan araştırmalar yalnız bebeklerin değil, yeni doğanların bile rüya gördüklerini göstermiştir. Hatta yeni doğan bir bebeğin bir ergenden daha fazla rüya gördüğü tespit edilmiştir. Doğumdan sonraki ilk iki hafta yaşamda en fazla rüyanın görül­düğü dönemdir. Bu bilgi bebeklerin doğumdan önce de rüya görüp görmedikleri sorusunu akla getirmektedir.

Bebekler anne rahminde ilk aylardan sonra uyumaya başlarlar. Anne rahmindeki bebekte 28. haftadan sonra REM uykusu dalga­ları tespit edilmiştir. Bebekte, 30. hafta itibariyle de REM uykusu dalgaları ile birlikte hızlı göz hareketleri gözlemlenmiştir. Tüm bu bilgiler bebeklerin daha doğumdan önce rüya görmeye başladıkla­rını göstermektedir.

Bebeklerde Rüya Görme

Küçük çocuklar henüz gerçeklik ve fanteziyi birbirinden ayıra­madıkları için söze rüyalarını anlatmaya başlayıp daha sonra da fantezilerini anlatarak devam edebilirler. Çocuğun rüyasındaki bir motif, daha sonra gördüğü bir çizgi film ya da yaşantı ile birleşe-bilir. Anne babaların, çocuklarının rüyalarını dinlerken bu gerçeği göz önünde bulundurmaları gerekir.

Rüyalar, çocukların iç dünyalarını yansıttığı için anne babala­rın çocuklarını rüyalarını anlatmaya teşvik etmelerinde yarar var­dır. Anne babalar çocuklarının rüyalarını her ne kadar bir uzman gibi yorumlayamasalar da çocuklarını dinleyerek ve çocuğun rüya­ları aracılığıyla anlatmaya çalıştığı duygunun adını koyarak, çocu­ğun kendisini anlamasına yardım edebilirler.

Periferik Sinir Sistemi Bloklari

Periferik Sinir Sistemi Blokları

Genel prensipler

Lokal Anestezik Ajan Seçimi ve Dozlar


Lokal anesteziklerin dozları uygula­nan bölgenin sistemik dolaşımına göre değişir. Lokal anesteziklerin düşük kon­santrasyonlarının kullanılması (örn; %1 lidokain, %0.25 bupivakain) bu solüs­yonların, periferik sinir bloklarının gü­venirliğini arttıran yüksek volümlerinin enjekte edilmesine olanak sağlar.
Anestezi süresini uzatmak amacıyla lokal anestezik solüsyona epinefrin (1:200.000) ilavesi önerilir. Uç noktala­ra uygulanan bloklar veya intravenöz rejyonal bloklarda dolaşımı bozacağından epinefrin ilavesi önerilmez.

Sinir Lokalizasyonu ve periferik sinir hastalıkları

Blok yapılacak sinirin kemiklerle veya arterlerle ilişkisinin bilinmesi, pe­riferik sinir bloğunda başarı şansını art­tırır. Daha az güvenilir işaret noktaları­na dayanılarak gerçekleştirilen sinir bloğu teknikleri, lokal anestezik solüs­yonun daha yüksek volümlerinin uygu­lanmasını veya hedeflenen sinirde parestezi oluşmasını gerektirir. Parestezi, sinir lokalizasyonunun önemli bir belir­tisi olarak kabul edilir; ancak, intranöral enjeksiyondan kaçınılmalıdır. Enjeksi­yon sırasında kramp ve şiddetli ağrının oluşması intranöral enjeksiyon belirtisi­dir, intranöral enjeksiyon söz konusu olmasa da, parestezinin oluştuğu hasta­larda rezidüel nöropati olasılığı vardır. Bu nedenle günümüzde hedeflenen sini­rin bulunmasında parestezi tekniği ter­cih edilmemektedir. Sinir stimülatörü ile parestezi oluşturmadan, yalıtılmış iğneler aracılığı ile periferik sinir yakı­nma düşük akımlı elektrik uyarısı uygu­lanması motor liflerin stimülasyonuna neden olarak sinire yakın olunduğunun belirlenmesi sağlanabilir.

27 Haziran 2010 Pazar

Yilan Bocek Akrep Sokmasi Tedavisi

Yılan Sokmaları

Dünyada 2500 cins yılan vardır. Bunlardan 200 tanesi tehlikelidir. Tehli­keleri zehirleri nedeniyle olabildiği gibi ağırlık ve güçleri ile de olabilir. En çok yaz aylarında, Bombay, Hindistan ve ABD'de, erkeklerde, çocuklarda yılan sokmaları olaylarına rastlanılmıştır. Yıl­da 300.000 yılan sokması vakası bildi­rilmektedir. Olguların 1/3'ü zehirli yılan sokmasıdır. Ülkemizde engerek yılanı çoktur. Yılanların önde ve arkada dişleri olanlar olmak üzere 2 türü vardır. Diş­leri önde olanlar insanlar için tehlikeli­dirler. Dişleri arkada olanlar çiğnedik­ten sonra zehirini akıtırlar. Dişler hipo-dermik iğne gibidir. Delik dişin ön yü­züne açılır. Bir grup kasın kasılması ile dişler deriye batırılır. Daha sonra başka bir kas grubunun kasılması ile zehir ke­sesinden zehir akıtılır. Bu nedenle her ışınlan zehirlenmiş sayılmaz.
Yılan zehiri tüm dokuları etkileyen enzimatik kompleks proteinlerdir. Nö-rotoksik, hemorajik, trombojenik, he-molitik ve sitotoksik özellikleri vardır.

Isırılma olayından sonra devamlı ve şiddetli, yanıcı bir ağrı olur. Şişme, ödem ve kanama; ışınlan yerin altında ve üstünde ikişer delik görülür. Kaslar­da fasikülasyon ve seyirmeler olur. Ko­nuşma bozukluğu, bulantı-kusma, sen-kop-koma, terleme, taşikardi, hipotansi­yon, solunum yetersizliği meydana ge­lir.

Tedavi çok çabuk ve vakit geçirme­den dinamik olarak yerine getirilmelidir ve 2 aşamada gerçekleştirilir:

1. Olay yerinde tedavi: Kesinlikle turnike uygulanmamalıdır. Ekstremite yüksekte tutulmalıdır. Işınlan yer yıkanmalıdır. Buz uygulanmalı, analjezik verilmelidir.

2. Hastanede tedavi: Hasta istirahate alınır ve tetanoz aşısı yapılır. İntravenöz hidrokortizon, adrenalin, antihistaminik ve yılan zehiri serumu verilir. Yılan zehiri serumu atlardan elde edilir ve buna karşı duyarlılık araştırılmalıdır. Isırık yerinden eliptoid deri çıkarılır. Ekstremitede şişlik olursa fasiotomi yapılır. Amputasyon dahi gerekebilir.

Akrep Sokmaları

Sıcak aylarda özellikle Güney Doğu bölgemizde sıklıkla görülür. Akrep ısır­maz, fakat kuyruğunu kaldırarak iğnesi ile sokar. Akrep zehiri, nörotoksikdir. Önce lokal etkiler görülür. Yanıcı bir ağrı, şişlik, iğnenin battığı yerin çevre­sinde renksizlik olur. Daha sonra ise sistemik etkiler görülür. Hipoestezi, uyuşukluk, uykuya meyil, konuşma bo­zukluğu, trismus, bulantı-kusma, idrar ve gayta tutamama, konvülziyon, koma, solunum ve dolaşım yetersizliği ve so­nunda ölüm görülebilir.
Olay yerinde proksimale turnike uy­gulanmalı ve 5 dakika sonra turnike açılmalı, derhal hastaneye sevkedilmeli-dir. Antivenin çoğu kez gerekmez. Ama çocuk ve yaşlılarda dikkatli olmak ge­reklidir.

Örümcek Sokmaları


Örümceğin soktuğu yer görülmez ama soktuğu yerde uyuşturucu bir ağrı olur. Işınlan yerde kırmızı bir nokta ve etrafında hafif bir şişme görülür. Karın kaslarında rijidite olur. Bu bulgular 12-48 saat içinde ilerler. Ateş, hipertansi­yon, lökositozis, idrarda albümin ve he-matüri, BOS basıncında artış olur. Te­davisinin ilk planında yapılacak buz tat­bikidir. Böylelikle şişlik engellenir. Asıl etkin tedavi antiserumdur. Bu serum da atlardan elde edilir. Bu nedenle buna karşı duyarlılık araştırılmalıdır. Ana-flaksi tedavisi verilir.Yara yeri eksize edilir.

Böcek Sokmaları

Arı, karınca, sivrisinek, tatarcık, çe-çe sineği, uyuz böceği ve kene sokma­ları bu gruba girer. Bunların sokmaları ağrılı olur. Ölüme bile neden olabilirler. Böcek ne kadar çok sayıda sokarsa, kişi bu zehire karşı allerjikse, yaşlı ve sağlıksızsa ölüm görülme riski yüksektir. Duyarlılarda anaflaktik şok başlıca ölüm nedenidir.

Mümkünse olguda hangi böcek tara­fından sokulduğunu belirlemek gerekir. İğne cilt içindeyse çıkarılmalı,-sokulan yer su, sabun veya antiseptik solüsyon ile iyice temizlenmelidir.Soğuk tatbiki uygulanır. Anaflaktik reaksiyon olmuş­sa steroid, aminofılin, adrenalin yapıl­malıdır.

Cocuklar Neden Uyku Problemi Yasar

Çocuklar niçin uyku problemi yaşarlar?

Çocuk, değişik nedenlerden ötürü huzursuz, mutsuz olduğunda içinde bulunduğu duygu durumu onun ya beslenme düzeni ya uy­ku düzeni ya da her ikisi üzerinde etkili olabilir. Bu nedenle de an­ne babaların çocuklarını düşünürken üzerinde durmaları gereken en önemli iki noktadan birisi beslenme, diğeri uyku düzenidir. Eğer çocuğunuz uykuya dalmakta sorun yaşıyorsa, ya da geceleri ağla­yarak uyanıyor, korktuğunu söyleyerek sizin yanınızda uyumak istiyorsa, sorunun çözümü için, varolan sorunun kendisini sadece bir 'gösterge' olarak kabul etmelisiniz. Bu 'gösterge' ile 'gösteri-len'in aslında ne olduğu üzerinde düşünmelisiniz.

Çocukları uyku problemi yaşayan anne babalar öncelikli olarak bu sorunun ne kadar zamandır var olduğu ve hangi sıklıkta orta­ya çıktığına bakmalılar. Eğer çocuğunuzun uykuyla ilgili problem­leri bebekliğinden itibaren varsa bu, çocuğunuzun uyku düzeninin yerleştirilmesinde geç kalındığını gösterir. Belki de anne baba far­kında olmadan çocuklarının duygusal olarak büyümesini, bağım­sızlaşmasını kendileri geciktirmiştir. Uyku düzeninin yerleştiril­mesi konusunda evde birdenbire olmayan bazı radikal düzenleme­lere gidilmesi ve bunun kararlı bir şekilde hayata geçirilmesi gere­kir. Nedeni her ne olursa olsun bu geciken uyku düzeninin yerleş­tirilmesi için bir taraftan pratik uygulamalara gidilirken, bir taraf­tan da çocuğun kişiliği ve davranışları bir bütün içinde ele alınma­lı, sadece uygulamada değişikliklere gitmekle yetinilmemeli, ara­daki ilişki de güçlendirilmeye çalışılmalıdır.

Eğer çocuğunuzun yaşadığı uyku problemi yeni bir durum ise problemin ne zaman başladığı tespit edilerek, problemin ortaya çıktığı dönemde çocuğunuzun ya da sizin hayatınızda ne gibi de­ğişiklerin olduğu üzerine düşünülmelidir. Bu konuda genellikle anne babalar çocukları üzerine kendilerinden bağımsız olarak dü­şünürler. Anne ya da baba bir süredir bir sıkıntı yaşıyor ve çocu­ğunun bu duygu durumundan etkilenebileceği gerçeğini gözardı ediyor olabilir. Bu da onları sorunun olası neden ya da nedenleri­ni bulmakta, dolayısıyla da çözüme ulaşmakta geciktirir.

Çocukların yaşadığı bir korku, hazırlıksız yaşadığı bir ayrılma deneyimi, anne babası arasında yaşanan bir tartışmaya tanık ol­ması, anne ya da babanın sıkıntılı olması çocuğun yalnız kalması­nı zorlaştırır. Yalnız kalmakta sorun yaşayan çocuk ise en çok uyumakta sorun yaşar.

Anne babaların dikkat etmeleri gereken bir başka konu da uyku problemini tek başına ele almayarak, çocuğun diğer davranışlarında da bir değişiklik olup olmadığı üzerinde durmalarıdır. Uyku proble­mi yaşayan çocuklar genellikle anneden ayrılmada da problem ya­şarlar. Oyunları ve genel olarak davranışları huzursuzdur. Huzur­suz bir ruh hali içindeki çocukla ilişki kurmaya çalışmak her zaman kolay olmaz. Çocuğun bu durumu anne babayı zorlar. Çocuk anne babasının zorlandığını, en önemlisi de çaresiz kaldığını gözlemlerse kendi kendini kontrol etmekte daha da zorlanır. Anne babanın kontrolü hep ellerinde tuttuklarını ve güçlü olduklarını gözlemleme­si çocuğun kendisini güvende hissetmesine yardım eder. Çocukla di­yalog kurarken, "Biliyorum..." diye başlayan cümleler kurarak çocu­ğa hissettiğini düşündüğünüz duyguları tercüme etmek, hem çocu­ğu rahatlatacak hem de güçlü olduğunuzun mesajını verecektir.

Çocuğun rahat uyuyabilmesi için uyumaya hazırlık zamanını rahat geçirmesi, mümkün olduğunca bir seremoni şeklinde .yaşa­ması gerekir. Çocuk bir kargaşa, acele içinde, bir anlamda oldu bittiye getirilerek kendisini yatağında buluyorsa ya da yatağına git­meden, uykuya hazırlanmadan televizyon karşısında uyuyakalı-yorsa gece uykusu bölünebilir. Üstelik de uykuya daldığı yerin ge­ce uyandığı yerden başka olması onu tedirgin ederek yeniden uy­kuya dalmasını zorlaştırır.

Annelerin ve babaların günümüzde uzun saatler çalıştığını ve eve oldukça yorgun geldiklerini düşünecek olursak onların çocuk­ları ile yeterince uzun ve keyifli zaman geçirmeleri, sözgelimi uy­ku öncesi sabırla çocuğun uykuya gidişine yardım etmeleri olduk­ça zordur. Ancak mümkün olduğunca, asgari ölçülerde de olsa ço­cukla kurulan ilişkide özenli davranmaya gerek olduğunun unu­tulmaması gerekir.

Periferik Sinir Stimulatoru

Periferik Sinir Stimülatörü

Anestezi uygulaması sırasında sık olarak kullanılan nöromusküler bloker ajanların etkilerinin izlenmesi bazı ol­gularda gerekli olmaktadır. Bu amaçla bir periferik sinir stimülatörü kullanılır, Stimülatörün uyarıcı elektrotları ulnar sinir trasesi üzerine yerleştirilmiş palet­lere tespit edilir. Supramaksimal düzey­de uygulanan elektriksel uyanlara baş­parmağın verdiği yanıtlar görsel olarak, taktil (dokunma) yöntemlerle, mekano-miyografık kayıtlarla ya da akseleras-yon yöntemi ile değerlendirilir. Böyle bir monitörizasyon ile, kas gevşekliği­nin düzeyi, kas gevşekliğinin tipi (de-polarizan, nondepolarizan), idame dozunun zamanı, operasyonun bitiminde kas gevşemesinin geri dönüş zamanının değerlendirilmesi mümkün olur.

Vücut Isısı ve periferik sinir blokları

Vücut ısısında belirgin değişiklikler oluşması beklenildiğinde, hastanın vü­cut ısısının devamlı ölçümüne uygun ekipman sağlanmalı ve kullanılmalıdır. Soğuk operasyon odalarında gerçekleş­tirilen cerrahi ve anestezi sırasında, vü­cut ısısı genellikle 1-4°C azalır. Vücut ısısındaki bu azalma ciddi olmamakla birlikte, postoperatif uyanmayı gecikti­rebilir. Aynı zamanda, titremeye neden olarak hastanın oksijen gereksinimini %400 oranında arttırabilir.

Vücut ısısının monitörizasyonunda kullanılan bölgeler; özefagus, nazofa-renks, rektum, mesane ve timpanîk" membrandır. Özefagusun 1/3 alt kısmı­na yerleştirilen bir ısı probu (sıklıkla bir özefagial stetoskopla birlikte) santral kan ısısını doğru bir şekilde yansıtır. Nazofarengial ısı, trakeaya yerleştirilen katlı bir tüp ile respiratuvar gazların na-zofarenksi soğutması engellendiği süre­ce doğru olarak ölçülebilir. Nazofarenk-se bir ısı probu yerleştirildiğinde epis-taksis riski mevcuttur. Timpanik mem-bran ısısı beyni perfüze eden kanın ısı­sını yansıtır. Timpanik membran ısı problarının riskleri, dış kulak yolu ka­naması ve timpanik membran perforas-yonudur.

Renal Fonksiyon ve periferik sinir hastalıkları


İdrar çıkışı oldukça ekonomik yön­temlerle izlenebilir. Mesane genellikle bir Foley kateteri ile kateterize edilir, çıkan idrar steril, kapalı bir sistemde toplanır ve saatlik olarak kaydedilir. Hospitalize olgularda oligüri ve anüri-nin en sık görülen nedenlerinden biri kateter tıkanması olduğundan kateter, düzenli aralıklar ile aseptik koşullarda irrige edilmelidir. Bir üretral idrar kate­teri ile saatlik idrar takibinin yapılması genellikle kan volümü yeterli olan ve renal bir problemi olmayan hastalarda böbrek perfîizyonunun denetlenmesi için yeterli bir izlem yöntemidir. Akut bir travmanın resüsitasyonunda azalmış idrar çıkışı, böbrek perfîizyonunun bo­zulduğu veya akut renal yetersizliğin başladığı anlamına gelecektir. Bununla birlikte idrar çıkışı, şok durumlarında bile yeterli olabileceğinden her zaman yeterli bir gösterge olmayabilir. İdrar çı­kışının takibi aynı zamanda hemolitik transfüzyon reaksiyonlarının ilk bulgu­larından olan hemoglobinürinin erken dönemde saptanmasına olanak sağlar.

26 Haziran 2010 Cumartesi

Santral Sinir Sistemi Monitorizasyonu

Santral Sinir Sistemi Monitörizasyonu

İntrakraniyal Basınç

Subdural mesafeye yerleştirilen bir Richmond apereyi ile veya lateral vent-riküle yerleştirilen bir kanül yardımıyla intrakraniyal basıncın sürekli ölçümü mümkündür. Her ikisi de kraniyumun lateral bölgesinde lokal anestezi altında açılan ufak burr hole yoluyla yerleştiri­lir. Genellikle dominant olmayan hemi-sfer seçilir. Richmond vidası genellikle duranın altına yerleştirilir ve bir basınç transduseri, kayıt ve gösterge cihazına bağlanır. Intraventriküler kanül ise daha doğru basınç değerleri verir. Bu yön­temle kültür veya kimyasal analiz ama­cıyla ya da intrakraniyal hipertansiyon durumlarında drenaj için beyin-omuri-lik sıvısı alınması da mümkün olur. Se-rebral ödem, intrakraniyal basıncı sürat-le artırır. Bu da baş ağrısı, bilinç kaybı, koma ve beyin ölümüne neden olabilir. Artmış intraserebral basınç sıklıkla; ka­palı kafa travmaları, intrakraniyal ope­rasyonlar, subaraknoid kanamalar veya diğer serebrovasküler olaylar, "Reye" sendromu, beyin tümörleri, menenjit ve ensefalitten sonra görülür.

Elektroensefalografi (EEG)

Elektroensefalografi, sıklıkla santral sinir sistemi defısiti olan kritik olgula­rın özellikle semikoma veya koma du­rumlarında tanı amacıyla kullanılan bir yöntemdir. Ayrıca beyin ölümünün değerlendirilmesinde de kullanılır. Koma durumlarının kötüleşme sürecinde elek­triksel aktivitedeki değişiklikleri izle­mek için seri EEG çekimleri yapılabilir. Sürekli EEG monitörizasyonu, anestezi uygulaması ve karotid arter cerrahisi sırasında nadiren kullanılmaktadır.

Uyarılmış Potansiyeller

Uyarılmış potansiyeller, anestezi sı­rasında nöral yolların fonksiyonel bü­tünlüğünün değerlendirilmesi amacıyla uygulanan, sinir sisteminin duyusal sti-mülasyona verdiği elektrofızyolojik ce­vaplardır. Örneğin, somatosensoriyel uyarılmış potansiyeller mediyan sinir ve posterior tibiyal sinir gibi periferik bir siniri stimüle eden küçük elektrik akımların uygulanması ile elde edilir. Sonuçta, kaydedilen uyarılmış potansi­yeller periferik sinirden başlayıp spinal kord üzerinden somatosensoriyel kortekse ulaşan nöral yolların sağlamlığını veya kesintisini yansıtır. Bu tip monitö-rizasyon özellikle skolyoz cerrahisi için anestezi alan hastalarda duyusal spinal kord yollarının bütünlüğünü değerlen­dirmede büyük önem taşır. Motor uya­rılmış potansiyellerin monitörizasyonu ve "Wake-up" testi skolyoz cerrahisinde motor yolların hasarlanmadığını göster­mek için kullanılmaktadır.

Volatil anestezikler (özelliklejoiksek konsantrasyonlarda kullanıldığında) ve hipotermi, uyarılmış potansiyellerin la-tent periyodu ve amplitüdünde, nöral is-keminin meydana getirdiklerine benzer değişiklikler oluşturabilir.

Cocuklarda Sik Sik Aglayarak Uyanma

Çocuklar niçin geceleri sık sık uyanırlar?

Çocuklar geceleri uykularından bazen kâbus gördükleri için bazen de anne babaları ile birlikte olmak amacıyla uyanırlar. Gece uyan­maları en sık iki ile dört yaş arasında görülür. Gece uyanan çocu­ğun tekrar uyuyabilmesi için genellikle ebeveyni tarafından tekrar uyutulmaya, yeniden uykuya dönebilmesi için yardıma ihtiyacı vardır.


Bebeklerde ağlayarak uyanma

Bazı anne babalar çocukları gece uyandığında yalnızca çocuklarına ses­lenerek uyuması çağrısında bulunurlar, bazı anne babalar çocuklarının yatağı­na giderek onun uyumasını beklerler, bazı anne babalar ise çocuk uyandığın­da yeniden uyuyabilmesi için onu ya­taklarına alırla . Anne babanın çözümü ne olursa olsun önemli olan tutarlı olmasıdır. Bir gece çocuklarını uyuması için yatakları­na alırlarken, ertesi gece çocuklarının kendi kendine uyumasını beklememelidirler.

Geceleri çocukların uykularının bölünmesi oldukça yaygındır. İki yaşındaki çocukların %20*sinin, üç yaşındaki çocukların %14'-ünün, sekiz yaşındaki çocukların ise %8'inin geceleri uykuları bölünür. Bazı çocuklar geceleri sık sık uyanıp ağlayarak anne baba­larının ilgisini isterlerken, bazı çocuklar gece boyunca bir ya da iki kez uyanıp sadece yeniden uykuya dalmakta zorluk çekebilirler. Çocukların büyük bir bölümü de gece uyanarak sessiz bir şekilde anne babalarının yataklarına gidip uykularına onların yanında de­vam ederler.

Çocuklar da yetişkinler gibi zaman zaman uykuya dalmakta ya da gece boyu uykuları hiç bölünmeden uyumakta zorlanabilirler. Bunun nedeni kulak iltihabı, besin alerjisi gibi fiziksel problemler olabileceği gibi, kaygı, korku, heyecan gibi nedenler de olabilir. Eğer çocuğun geceleri uyanması süreklilik gösteriyorsa burada yerleşmiş olan yanlış bir uyku alışkanlığından da söz etmek müm­kündür.

Çocuğun uykularının sorunlu olması aile içinde büyük sıkıntı yaratır. Çocuğunda uyku problemi olan anne babalar yeterince uyuyamadıkları için gün içinde gergin hatta öfkeli olabilirler. Bu durum ebeveynin gün içindeki davranışlarını da etkiler. Sadece ço­cuğun değil ebeveynlerin de dikkatlerini toplamaları, yaptığı işe yoğunlaşmaları zorlaşır. Hoşgörüsü azalan ebeveynlerin birbirleri ile olan ilişkilerinde de çatışma yaşanabilir. Genellikle anne baba­lar çocuklarının problemleriyle ilgili olarak birbirlerini sorumlu tut­maya hatta suçlamaya eğilimli olduklarından, çocuğun uyku prob­leminden anne baba arasındaki ilişki de olumsuz olarak önemli öl­çüde etkilenebilir. Çocuğun uyku problemi tedavi edildikten sonra, anne babalar çok daha az stresli olurlar ve çocuklarına çok daha az kızarlar.


Çocuklarda görülen uyku problemlerinin aşılması genellikle uzun zaman alan bir süreç değildir. Problemin çözümü birkaç haf­ta içinde gerçekleşebilir. Uyku probleminin aşılabilmesi için anne babanın belirli bir tutum konusunda anlaşmaya varmaları gerekir. Anne ve baba birlikte ortak bir tutum belirlediklerinde ve bu tutu­ma uygun tutarlı davranışlar sergilediklerinde birkaç hafta içinde çocuk kendisine sunulan uyku düzenini kabul edecektir.

Sicak Carpmasi

Sıcak Çarpması

Sıcak çarpması; sıcak ortamda akut termoregulatör merkezin yetmezliğidir. Santral sinir sistemi depresyonu gözle­nir. Santral ısı 40°C'nin üstündedir. Kla­sik sıcak çarpması daha çok yaşlılarda ve predispoze olanlarda görülür. Sıcak çarpmasında predispoze durumlar şöyle sıralanabilir:

1. Isı üretiminin artması: Enfeksi­yon, tirotoksikoz, feokromasitoma, am-fetaminler

2. Isı kaybının bozulması: Çevre ısı ve nemliliğin yüksek olması, dehidra-tasyon, konjestif kalp yetmezliği, diabe-tes mellitus, nörolojik lezyonlar, alko­lizm ve bazı ilaçlar

3. Dermatolojik lezyonlar: Ekdoder-mal displazi, ağır skleroderma
Bu hastalarda termoregulasyon mer­kezinde ısının atılmasını sağlayan me­kanizmalar yetersiz kalır, dolayısıyla tüm organlar artmış vücut ısısı karşısın­da korumasız kalrlar.

Korunma ve Tedavi

Amaç olguyu soğutmak ve termoge-nezisi azaltmaktır. Üfleme tarzı soğut­ma, üstü açık araçlarla veya helikopter ile hastanın transportu sağlanır. En iyi soğutma hastaneye varıldığında yoğun bakımda uygulanır. Hasta soğuk odaya alınıp , üstü ıslatıldıktan sonra üfleme ile buharlaşma sağlanarak soğutma ya­pılabildiği gibi; hasta buzlu su içine ko-nularak veya hasta buz paketlerine sarı­larak soğutma yapılabilir. Soğuk su ile peritoneal drenaj, gastrik lavaj, hemodi-aliz, kardiopulmoner bypass yakın ısı monitorizasyonu ile uygulanabilir.

Isıtma Metodları

Pasif eksternal ısıtma:En az invaziv ve en yavaş ısıtma yöntemidir. Olgunun ısısı 30°C'nin üstünde ise yapılır Olgu kurutulur, rüzgar ve soğuktan korunur. Bu yöntemle saatte 0.5°Ç ısı artışı olur.

Aktif eksternal ısıtma: Sıcak battani­yeler, elektrikli ıstıcılar, sıcak su şişele­ri, sıcak su içine sokma gibi metodlar uygulanır. Isısı 17°C'ye kadar düşmüş olgularda faydalıdır.

Aktif santral ısıtma: En hızlı veren invaziv ısıtma metodlarıdır. Ekstrakor-poreal dolaşım, mediastinal lavaj, gastrik lavaj, peritoneal lavaj ve sıvı lav­manları uygulanır. Maske ve endotrake-al tüp ile ısıtılmış 02 verilir. Radyofre-kans ısıtma teniklerinin de yararlı oldu­ğu ileri sürülmektedir.

25 Haziran 2010 Cuma

Multipl Gaz Analizi

Multipl Gaz Analizi

Respiratuvar (02, C02, N2) ve anes-tezik (volâtil anestezikler, N20) gazların inhale ve ekshale konsantrasyonlarının monitörizasyonuna olanak tanıyan tek­nikler; infrared absorbsiyon, kütle spek-trometrisi ve Raman spektroskopisini içermektedir.

infrared (Kızıl Ötesi) Absorbsiyon

Kızıl ötesi ışık demeti, gaz örneği içine gönderilir ve buradan geçen ışığın
yoğunluğu ölçülür. Karbondioksit ka­rakteristik olarak yüksek dalga boyunda ışığı absorbe eder. Anestezik gazlar, su buharı ve oksijen de bu bölgede ışığı absorbe ederek karbondioksit ile in-terferansa girerler. Sonuç olarak, bu üst üste gelen ölçümleri düzeltebilmek için, kızıl ötesi absorbsiyonu kullanan kap-nometreler hem karbondioksit hem de anestezik gaz konsantrasyonlarını ayrı ayrı ölçebilmelidir. Bir molekülün kızıl ötesi ışığı absorbe etmesi için asimetrik olması gerekmektedir. Bu nedenle, ok­sijen ve nitrojen gibi simetrik molekül­lerin ölçülmesinde bu teknik yararlı ol­mayacaktır.

Kütle Spektrometrisi

Kütle spektrometrisi inhalasyon ve ekshalasyon sırasında inhale edilen anestezikleride içerecek şekilde hava yolundaki gaz kompozisyonunun ara­lıklı veya devamlı ölçümüne olanak ta­nır. Kütle spektrometrisinin kullanımı, özellikle devamlı ölçüm yapılabiliyorsa oksijen analizörleri ve kapnografı ihti­yacını ortadan kaldırır. Ekspire edilen gazdaki azot konsantrasyonunun ölçül­mesi, anestezi sistemindeki bir hava ka­çağını veya venöz hava embolisini gös­terebilir. Anestezik gazlar için inhale ve ekshale edilen miktarlar arasındaki fark prensip olarak bu ajanların kandaki çö­zünürlüğünü yansıtır. Dağılım için gere­ken süre geçtikten sonra, ekshale edilen gaz konsantrasyonu ile anestezik derin­lik paralellik gösterir.

Raman Spektroskopisi

Raman spektroskopisi respiratuvar (02, C02, N2) ve anestezik gazların bir­birinden bağımsız olarak analizine ola­nak tanır. Kütle spektrometrisinden farklı olarak Raman spektroskopisi, anestezik dağılım sistemine geri dönen gaz moleküllerini değiştirmez. Raman teknolojisi kullanan bir alet, kütle spektrometrisine eşdeğer doğruluk oranına
sahiptir.

Oksijen Analizörleri
Genel anestezinin her uygulaması sırasında, anestezik solunum sistemin­deki inspire edilen oksijen konsantras­yonu, oksijen analizörü ile ölçülmeli ve düşük oksijen konsantrasyonu limitini bildiren alarm bulunmalıdır. Oksijen analizörü, oksijen veya oda havası ile kalibre edilir. Alarm genellikle inspire edilen oksijen konsantrasyonu genellik­le %2un altına düştüğünde devreye gi­recek şekilde ayarlanır.

Tidal Volüm

Anestezik solunum sistemine (genel olarak ekshalasyon parçasına) yerleşti­rilen bir ventimetre ve respirometre ti­dal volümü ölçer ve aynı zamanda daki­ka ventilasyonunun (solunum sayısı x tidal volüm) hesaplanmasına da olanak tanır. Tidal volümün doğru ölçümü için anestezik solunum sistemindeki tüm ka­çakların elimine edilmesi zorunludur.

Havayolu Basıncı

Akciğerlerin mekanik ventilasyonu ile sağlanan havayolu basıncı, anestezi cihazındaki bir basınç-ölçer ile hesapla­nabilir. Maksimum inspiratuvar basınç daha önceden saptanan seviyelere ulaş­madığında düşük basınç alarmı, aneste­zi solutma sisteminde büyük bir kaçak veya ayrılma olduğu konusunda aneste-zisti uyarır. Yüksek havayolu basınçla­rının ölçülmesi, düşük pulmoner komp-liyansı veya anestezi solunum sistemin­de bir obstrüksiyonu yansıtır. Elle ven-tilasyon sırasında gaz rezervuar kesesi havayolu basınçları 50 cmH2O'yu geç­tiğinde, bu yüksek basınçların hastanın havayollarına iletilmesini engelleyecek şekilde genişleyebilir. Bir mekanik ventilatör kullanıldığında, gaz rezervuar kesesi anestezik solunum sisteminden ayrılır ve böylece istenirse hava yolları­na 50 cmH20'dan daha yüksek basınç verilmesi mümkün olabilir.

Solunumun Klinik

Monitörizasyonu


Hastalar genel anestezi sırasında spontan olarak soluduklarında, solunum paterni (sıklık, derinlik, düzenlilik) anestezist tarafından devamlı monitöri-ze edilmelidir. Bu monitörizasyon, gö­ğüs hareketinin gözlemi ve akciğer ses­lerinin prekordiyal veya özefagial bir stetoskopla oskültasyonu ile birlikte anestezik solunum sistemi üzerinde re­zervuar kesenin görsel ve taktil (el ke­senin üzerinde) olarak takibi ile sağ­lanır. Solunum hareketlerinin karakteri anestezinin derinliğinin değerlendiril­mesinde yararlıdır. Ayrıca, göğüs hare­ketleri ile rezervuar kesenin hareketleri karşılaştırılarak, üst havayolu obstrük­siyonu varlığı veya yokluğu ile ilgili değerlendirme yapılabilir. İnhale edilen anesteziklerin varlığında solunum ge­nellikle yüzeyel ve hızlı iken, opoidle-rin etkisindeki hastada tidal volüm nor­mal olmasına rağmen solunum sıklığı azalmıştır.

Yalniz Buyuyen Bebekler

Bebeklerini yalnız büyüten annelerin bebekleri bu durumdan nasıl etkilenirler?

Bebeklerini yalnız büyüten anneler çok daha kırılgan, etkiye açık bir duygu durumu içindedirler. Onların çevrelerinde yakın destek alabi­lecekleri bir eş, baba figürü yoktur. Böyle bir durumda olan annele­rin pek çoğu bilinçdışı olarak bebeklerinin uyuyarak kendilerini yal­nız bırakmalarını da istemezler. Bir taraftan anne bebeğinin uyuma­sını biraz olsun nefes alıp dinlenmek için isterken, diğer taraftan da bebeğinin uyuyarak kendisini yalnız bırakmasını istemez.

Annenin bebeğini uyuturken, bebeğinse uyumaya çalışırken yaşadığı zorluk bir bakıma orada olup da yardım edemeyen ebe­veynin yokluğunun protesto edilmesi anlamına da gelir. Aslında bizim kültürümüzde bebeğini yalnız büyütmek zorunda kalan bir annenin genel olarak yalnız bırakılması durumu söz konusu değil­dir. Hatta kadının yakın aile bireyleri yalnız annenin değil bebeği­nin de sorumluluğunu almak isterler. Neredeyse annenin tüm ini­siyatiflerinin kendi ailesi tarafından alınması da anneyi olumsuz etkiler. Çünkü bir taraftan kadının yalnız kalmaya da gereksinimi vardır. Annenin bebeği ile ilişki kurup, birbirlerini tanımaları ve aralarındaki ilişkiyi geliştirmeleri için 'mahremiyet' duygusu çok önemlidir. Yakın akrabaların bazen aşırıya varan yakın ilgisi anne ve bebeğin bu çok ihtiyacını duydukları 'mahremiyet'i deneyimle-melerine izin vermez. Annenin kendi içinde yaşadığı, belki de hiç dışa vuramadığı yakınmalar derin suçluluk duygularına da neden olabilir. Bir taraftan varlığı arzu edilen ilginin aynı zamanda anne­yi boğan bir sürece dönüşmesi söz konusudur.

Eşinden değişik nedenlerden ötürü ayrı kalmak zorunda kalmış olan anneye verilecek desteğin anneyi edilgin hale getiren, dışlayan bir desteğe dönüşmemesi gerekir. Anne, kendisine gösterilen ilgi­yi kontrol edebilmelidir. Kendisine inisiyatif verilmeyen anne, be­beğini kontrol etmekte, ona hoşgörü göstermekte zorlanır.

Annenin içinde bulunduğu durum bebeği üzerine tıpkı kendi aile çevresinin kendi üzerine düşmesi gibi aşırı düşmesine, bebeği üzerinde aşırı koruyucu bir yaklaşım içine girmesine neden olabi­lir. Bebeğin annesi ile kuracağı ilişkinin bağımlılığa dönüşmeme­si, bebeğin zamanla bağımsızlaşmasına olanak veren bir bağlılık ilişkisine dönüşmesi gerekir. Bu süreçte annenin kendisini besle­mesi, kendisine yaşam kaynakları yaratması, sadece bebeğinden beslenmesini, dolayısıyla da bir bağımlılık yaratmasını engeller.

Donma Hakkinda Bilgiler

Donma Hakkinda Bilgiler

Donma olguları için verilmiş kesin istatistiki bilgi olmamakla birlikte Nor­veç gibi kuzey ülkelerinde her yıl 200 kişinin donarak öldüğü bildirilmektedir. İklim ve coğrafi faktörlerin görülme sıklığına etkisi olabildiği gibi; zayıflar­da şişmanlara göre, bebek, çocuk 'ye yaşlılarda normal yaş yetişkinlere göre, yaralılarda, yorgun ve bitkinlerde, alkol alanlarda, beslenme yetersizliği olanlar­da daha sıklıkla görülmektedir.

Donma visserlerin soğuması olarak tanımlanır. 3 tiptir:
1. Hafif hipotermi (35-33°C)
2. Orta hipotermi (33-30°C)
3. Ağır hipotermi . (30°C'nin altı) Hafif Hipotermi: Karakteristik ola­rak hasta titrer. Deri soğuk^ve beyazdır. Sempatik aktivite artar. Vazökonstrüksi-yon, taşikardi,-kardiak kardiyak debide artma, kan basıncında a.rtma, hiperven-tilasyon, dehidratasyon ve hemotokritte artma görülün
Orta hipotermi: Titreme giderek aza­lır. Kas ve eklemler sertleşmeye başlar. Tutarsız davranışlar, ajitasyon görülür. Apatik görünüm vardır-. Kalp hızı ve pompa aktivitesi azalır. Kan basıncı dü­şer. Hipoventilasyon olur. EKG'de bra-dikardi, artmış PR ve QT mesafeleri, genişlemiş QRS kompleksleri, nodal ri­tim, 2° AV blok, atrial flatter ye fıbrilas-yon, J veya Osborn dalgaları görülür. Osborn dalgası QRS- ST kesişim yeri­nin ekstradefleksiyonudur. Renal per-füzyon azalır ve buna bağlı glomerul fıltrasyon hızı azalır. Sempatik stimu-lusla insülin azalmasına ve Larigerhans adacıklarının donmasına bağlı hiperglisemi oluşur. Ekstremitelerin donması ile sinir iletimi yavaşlar. Prekapiller pa-ralizi sonucu vazodilatasyon gelişir.

Ağır hipotermi: Sıklıkla komatöz-dür. Deri soğuk ve ödemlidir. Kişinin canlı olup olmadığını belirlemek güç olabilir. Derin tendon refleksleri çok za­yıftır. 30°C'nin altında atrial fibrilasyon, 27°C'nin altında multifokal ventriküler ekstrasistoller, 20°C'de kalp hızı 10/dak, 10°C'de 3-4/dak ve asistoli görülür. Bronşiyal sekresyon artar. Oksihemo-globin dissosiyasyon eğrisi sola kayar. Dokuların 02 ihtiyacı azalır.

Hipotermide bulunan bir olgu bulun­duğunda olgunun canlı mı ölü mü oldu­ğuna karar vermek zordur. Kardiyopul-moner resusitasyona (KPR) başlayıp başlamama konusunda hızla karar ver­mek gerekir. Çünkü KPR'nin kendisi de aritmilere yol açabilir. KPR ile birlikte olgunun ıstılması işlemi de başlanmalı­dır. Üzerindeki ıslak giysiler çıkarılma­lıdır. Soğuk ve rüzgardan uzaklaştırıl­malı, üstü battaniyelerle örtülmelidir. Olabildiğince hızla hastaneye sevk edil­melidir. Ancak ısıtma işlemi bir an ev­vel başlatılmalıdır: Pasif ve aktif ekster-nal ısıtma hastane dışında yapılabilir, ancak aktif internal ısıtma hastanede yapılır.

24 Haziran 2010 Perşembe

Bebeğin gelişiminde babanın önemi nedir?

Babanın rolü iki şekilde karşımıza çıkar: Birincisi, babanın bebek­le kurduğu ilişki içindeki doğrudan rolü, ikincisi ise anne bebek ilişkisindeki babanın anneye verdiği destekten ötürü bebeğinin hayatındaki dolaylı rolüdür.

Doğumdan sonraki dönem kadının kendisinden en az emin ol­duğu ve çokça kendisini sorguladığı dönemdir. Kadın sürekli olarak yeterince iyi bir anne olup olmadığını sorgularken, onun en büyük yardımcısı, ona 'yeterince iyi bir anne' olduğunun güvencesini vere bilecek en etkili kişi babadır. Kaygılı annenin daha gerçekçi anneye dönüşmesi için babanın rahatlatıcı bir etkisi vardır. Anneler bir tür­lü bebeklerini bırakamazken babaların daha kolay 'hayır' diyebil­meleri, annenin daha az duygusal davranmasına yardım eder.

Doğumdan sonra kadının yaşadığı en önemli karmaşalardan biri de bir taraftan bebeğinin kendisine çok yakın olmasını ister­ken, bir taraftan da onun büyüyüp bağımsızlaşması arzusunu ta­şımasıdır. Bu noktada baba, annenin bebeğini ayrı bir birey olarak algılamasına da yardım eder. Anne bebek ilişkisine babanın da ka­tılması, annenin bebeğiyle ilgili daha gerçekçi beklentilere sahip olmasını da sağlar.

Babanın, annenin depresyonda ol­duğu ya da bazı duygusal sorunlarının olduğu zamanda bebeği anneye karşı koruyan bir rolü de vardır. Karı koca arasındaki ilişkinin niteliği depresyonu engelleyen en önemli faktördür. Yapılan araştırmalar babanın desteğinin olmadığı yerde kadınların duygusal olarak da­ha zayıf olabileceklerini, kriz karşısında daha çok yara alabilecek­lerini ortaya koymaktadır. Erkeğin, kadının yanındaki duygusal olarak koruyucu varlığı bebek için de geçerlidir.
Anne baba arasındaki ilişkinin çatışmalı olduğu durumlarda bebek doğrudan etkilenir. Bebeklerin uykularındaki düzensizlik de etkilendiklerinin göstergesidir. Çoğunlukla anne babalar bebek­lerinin hiçbir şey hissetmeyeceği ya da bir şekilde bebeklerine his­settirmedikleri yanılgısına düşerler. Oysa bebek, anne ve babası­nın duygu durumuna karşı hassastır. Zaten bebeğin yaşam alanı anne babasının duygu dünyasıdır.

Babanın olmadığı ailelerde bebeğin bu durumdan etkilenmesi başlarda anne etkilendiği için annenin aracılığı ile olur. Babanın yokluğu anneyi hüzünlendireceğinden anne üzerindeki olumsuz etkisini bebek algılar. Dede, dayı, amca gibi akrabalar babanın ye­rini tam dolduramasa da bebeğin bir erkek figürünün varlığında büyümesi için önemlidir.

Asi Zehirlenmesi

Aşı Zehirlenmesi

Asılar suisid nedenleri arasında üçüncü sırada yer alır. Erkek populas-yonda üç kat daha sıklıkta rastlanmaktadır. Asılarda "fatal bilateral aksis pe-dikül fraktürü" ile birlikte diskin tam ve C2-C4 arası ligamentlerin ciddi her-niyasyonu olur. Kardiyak ve solunura merkezlerinin hasarı, karotis arterin laserasyonu ve farinksin yaralanması sonucunda ani ölüm gelişir. Asılarda ölüm nedeni üst solunum yolları obstrüksiyo-nundan çok serebral kan akımının engellenmesidir. Boyundan 3.5 kg'lık bir. ağırlık karotis arteri oklüze eder, 16.6 kg'lık bir ağırlık ise vertebral arter kan akımını durdurur. Ası düğümünün ju-güler vene olan basısından dolayı venöz obstrüksiyon, hipoksi ve bilinç kaybı gelişir. Karotid cisimciğin ve vagusun kompresyonuna bağlı parasempatik to-nus artar, bu da kardiyak arreste neden olur.

Serebral kan akımı hızla düzeltilirse tam iyileşme beklenebilir.Ama birkaç dakika içinde hipoksi ve-hücre ölümü gelişir, sitotoksik ve vazojenik ödem oluşursa intrakraniyal basınç artar ve beynin çeşitli bölgelerinde iskemi meydana gelir.

Tanı; klinik tablo ile konulabilir. Ancak klinik tablo çok değişkendir. Asıda kullanılan ipin boyunda yaptığı "iz" den "koma"ya kadar giden geniş bulgular yelpazesi vardır. Ası olgusu asılmanın hemen ardından yakalanmışsa olguda değişik derecelerde şuur durumları (de-liryum, letarji, stupor, koma), konvülz-yon veya hipotalamusun hipoksisi sonucu hipertermi olabilir. Katekolamin-lerin değişikliğine bağlı pulmoner ve-nüllerin konstrüksiyonuna bağlı Akut Respiratuvar Distres Sendromu gelişebilir. Odontoid kırık görülebilir.

Bu nedenlerden dolayı; vital parametrelerin monitorizasyonu, iyi bir nörolojik muayene, servikal grafı, arteriel kan gazı analizi istenmelidir.

Tedavisinde; pulmoner ve kardiyak arrest varsa ilk önce kardiopulmoner re-süsitasyon yapılır. Amaç serebral oksi-jenizasyonu sağlamak, intrakraniyal basıncı azaltmak, respiratuvar distresi düzeltmektir. Paratrakeal ve laringeal sahalarda olası hasarları göz önünde bulundurmak gerekir. Artmış intrakraniyal basıncı azaltmak için mekanik hiper-ventilasyon, odontoid kırık varsa spinal kordun korunması için ortopedik ve nö-roşirürjikal açıdan önlemler alınmalıdır.

Transkutanoz P02 (Ptc02)

Transkutanöz P02 (Ptc02)

Trankutanöz oksijen sensörleri elek­trot altındaki dermal kapillerlerden deri yüzeyine (43°C'ye ısıtılmış) diffüze olan oksijeni, polarografık oksijen elek­trotları kullanarak ölçer. Ptc02 kapiller kan akımına bağımlıdır; kardiyak debi­deki değişiklikler (azalmış doku per-füzyonu) ölçümü etkiler. Hemodinamik olarak stabil olan infantlarda Ptc02, Pa02'yi doğruya yakın ölçer, bu da pre­matüre retinopati riski olanlarda arte-riyel oksijenasyonun kontrolüne olanak tanır. Deri yanıkları. PtcO2 monitörizas-yonu ile ilişkili en sık rastlanan kompli-kasyondur. Bu nedenle, yeni doğanlarda sensör yerleşim yeri saatte bir değiştiril­melidir.

23 Haziran 2010 Çarşamba

Elektrik Carpmasi ve İlk Yardim

Elektrik Çarpması ve ilk yardım

ABD'de her yıl elektrik çarpmasına bağlı yaklaşık 4000 yaralanma ve 1000 ölüm olgusu bildirilmektedir. Ölümlerin çoğu iş yeri kazalarına bağlı gelişmek­tedir. Diğerleri ise ev kazaları ve yıldı­rım düşmesine bağlı ölümlerdir.

Yüksek voltaj elektrik yaralanmaları çok ciddidir. Derin doku harabiyeti ve mortalite; elektriğin voltaj ve rezistansı ile ilgilidir. Ancak dokunun tipi ve ihti­va ettiği su miktarı, elektrik akımının değişken ve direk olması önemlidir. De­ğişken akımlar daha tehlikelidir, çünkü tetanik kontraksiyonlara yol açar. 60 Hertz sıklıktaki değişken akımlar kardi-yak aritmi ve solunum arrestine neden olmaktadır.

Elektrik çarpmaları değişik patoloji­lere neden olur:Yanıklar, kas nekrozları, renal yetmezlik, kırık ve diğer kas-iske-let yaralanmaları, katarakt ve aritmiler (özellikle atrial ve ventriküler fıbrilas-yon, asistoli).

Elektrik çarpmaları olgularının %25'inde nörolojik sekel gelişir. Elden ele veya elden ayağa akımın geçmesi ile spinal kord hasarı olur. Hasar yeri spi-nal korda çok yakınsa veya termal bir yaralanma varsa spinal kord daha çok zarar görür. Düşük voltaj yaralanmala­rında ise segmental atrofıler oluşur. 1000 voltdan daha yüksek elektrik çarp­malarında ise myelopatiler gelişir. Bu ise spinal kordu besleyen arterlerin elektrik akımından dolayı hasarlanma-smdan ileri gelmektedir.

Kafa bölgesinden elektrik çarpması bilinç kaybı ile sonuçlanır. Bilinç geri dönebilirken; kazazedede geçici sağır­lık, körlük, konvülziyon, konfüzyon, sensoryomotor disfonksiyon ve tinnutus gelişebilir. Daha ciddi olgularda sereb-ral ödem ve buna bağlı intrakranial ba­sınç artışı görülür. Elektriğin çarptığı yerde periferik sinir hasarı görülür. Ay­rıca metabolik asidozis, vertebral ve di­ğer kemik kırıkları, hipotansiyon, pul-moner ödem, sepsis, nefropati, gastroin-testinal hemoraji ve nekroz oluşabilir.

Laboratuvar bulguları olarak, sıvı ve elektrolit durumundan emin olmak için elektrolit ve hemotokrite; kas nekrozla­rı için kreatin kinaza, metabolik asido­zis için kan gazı analizine, kırıklar için radyolojik araştırmaya, serebral etkilen­meler için komputerize tomografiye ba­kılmalıdır.

Tedavisinde ilk yapılacak, kazazede­yi elektrik kaynağından uzaklaştırıp gü­venli bir yere almaktır. Pulmoner ve kardiyak arrest varsa ilk önce kardio-pulmoner resüsitasyon yapılır. Sıvı. elektrolit verilir. İdrar alkalinizasyonu yapılır, nefropatiyi engellemek için mannitol ile osmotik diürezis sağlanır. Yanık için yanık ünitesinde tedavi gere­kebilir. Debridman, fasyatomi, greft; kı­rık için stabilizasyon; tetanus ve enfek­siyon proflaksisi; konvülziyon için anti-epileptik tedavi verilmelidir.

Pulse Oksimetre ve Probu

Pulse Oksimetre ve Probu

Puls oksimetri, arteriyel hemoglobin oksijen satürasyonunun (Sa02) yansı­ması olan periferik arteriyel hemoglo­bin oksijen satürasyonunun (SpO,) de­vamlı ve noninvaziv olarak, oksimetri ve pletismografı prensiplerinin kombi­nasyonu ile ölçümüdür. Bu pratik, non­invaziv ve güvenilir monitör, genellikle sübjektif gözlemler ile saptanamayan arteriyel hipokseminin erken farkedil-mesini sağlar. Pulse oksimetrinin rutin kullanımı, intraoperatif periyodda arte­riyel oksijenasyonun yeterliliğini doğ­rulamak için arteriyel kan gazı analizi ihtiyacını azaltmıştır. Bir ışık kaynağı ve ışık dedektöründen oluşan sensörün arasına parmak ucu, kulak memesi gibi iyi perfüze olan dokuların yerleştirilme­si ile ölçüm yapılabilir. Oksimetrede te-mel kural, oksijene ve redükte hemog-lobinin ayırt edilmesidir. Bu ayrım kızıl ve kızıl ötesi ışınların absorbsiyon ora­nının bir mikropressör yardımıyla ana­liz edilmesi ile sağlanır. Monitörler, Sp02'yi arteriyel kan basıncı dalgası ve kalp hızı ile birlikte gösterir. Normal oda havası koşullarında SpO2'-nin değeri %97-99 arasındadır. Düşük SpO2 değerlerinde, okunan değerin güvenilirliği düşüktür. Örneğin Sp02'-nin %90 olduğunda, Pa02'nin değeri 65 mmHg'dan daha düşüktür. Sınırlamalar

Pulse Oksimetre cihazı

Pulse oksimetrenin uygun kullanımı için fizyolojik ve teknik sınırlamaların bilinmesi gerekir. Bu teknik, arteryel pulsasyonlar tarafından meyda­na getirilen absorbans değişikliklerini kullandığından, vasküler pulsasyonları belirgin derecede azaltan her olay (hi­potansiyon, hipotermi, vazokonstrüksi-yon) pulse oksimetrenin sinyal alma ve Sp02'yi hesaplama yeteneğini azalta­caktır. Bu açıdan bakıldığında, optimal bir sinyal elde etmek için sıklıkla sen-sör alanlarını (parmak, kulak) değiştir­mek gereklidir. Uyanık, ajite veya titre­yen hastalardaki EKG ve pulse oksimet­re arasında kalp hızında bir farklılık olarak izlenen hareket artefaktları Sp02'nin doğru ölçümünü etkileyecek­tir. Ortamdaki ışık kaynaklan (radyan ısıtıcılar, floresanlar gibi) pulse oksimet­renin doğruluğunu etkileyen bir diğer faktördür. Aynı zamanda tırnak cilası emilen ışığın spektrumunu değiştirebi­lir.

Bebegi Aglayinca Kucaga Almak

Bebekler her ağladıklarında kucağa alınmalı mıdırlar?

Doğumdan hatta hamilelikten itibaren bebekler kendilerini anlat­maya başlarlar. Kendilerini dinlemeye hevesli, alıcı anne babaların varlığını ararlar. Gerek sosyal donanımları gerekse dil becerileri henüz gelişmediği için ihtiyaçlarını anlatmak için aktif bir şekilde beden dillerini kullanırlar. Ağlamak, bebeklerin kendilerini ifade etmek için kullandıkları en etkin yoldur.

Anne babaların bebeklerinin ağlayarak neyi anlatmaya çalıştığı­nı anlayabilmeleri ve hızlı bir şekilde bebeklerine yanıt vermeleri onların zaman içinde daha az ağlamalarına neden olur. İlk aylarda annenin bebeğinden gelen işaretleri doğru değerlendirmesi annenin ne kadar duyarlı olduğu ile ilgilidir.

Annenin duyarlı bir şekilde be­beğine yanıt vermesi sonraki aylarda iletişimde daha az sorun yaşanmasını sağlar. Ayrıca bebeğin ihtiyacı olduğunda 'dinleneceği' mesajını içselleştirmesine de yardım eder. Buradan bebeğin her ağ­ladığında kucağa alınması gerektiği sonucunun çıkarılmaması ge­rekir. Bebeklerin ağlamaları bir şeyleri protesto ettikleri anlamına da gelebilir. Bebeğin protesto etmesine de izin verilmesi gerekir. Gerektiği noktada anne babanın bebeğinin ağlamasını hoşgörmesi, bebeklerini ayrı bir birey olarak görüp onun kızmasını ya da aynı fikirde olmamasını da kabul etmek anlamına gelir. Bazı anne babalar eğer bebekleri ağladığında derhal yanına gitmezlerse bebekleri­nin onu terk ettikleri mesajını alacağından endişe ederler.

Meslek yaşamımda bebeklerini hiç kimseye hatta eşlerine bile emanet edemeyen, bir an bile bebeklerinden ayrılamayan anneler gördüm. Kadın anne olduktan sonra her ne kadar bu duygu onu zaman zaman bunaltsa da bebeği olmadan ne yapabileceğini düşü­nemez bir hale gelir. Annenin bebeği ile geliştirdiği ilişki yalnız anne açısından değil bebek açısından da birbirine 'bağlı' değil 'ba­ğımlı' bir ilişkiye dönüşür. Hiç yalnız bırakılmayan bebek kendi başına kalamayacağını, yalnız var olamayacağını düşünür. Başka bir deyişle bebek bağımsızlaşamaz.

Çocuk esirgeme kurumlarında kalan bebeklerin daha az ağla­dıklarını gözlemleriz. Burada çarpıcı olan şey nasıl annenin bebeği ile iletişime açık ve duyarlı olması bebeğin daha az ağlamasını sağ­lıyorsa, bakımevinde kalan bir bebeğin görece olarak daha az ilgi görmesi zamanla ağlamamayı, bir başka ifade ile 'çağırmamayı' öğ­renmesine neden olur. Bu örnekte bebeğin kendi kendisine kalma­sı, onun bağımsız olduğunu değil bir anlamda kapanmış olduğunu anlatır. Bebeğin ağlamalarının da ağlamamalarının da hep bir anla­mı vardır. Eğer bebek uyandığında çevresinde onunla ilişki kur­maktan, ihtiyaçlarını karşılamaktan keyif alan, yani onun duygu­sal olarak açılmasını sağlayan bir yetişkin yoksa, bebek uyuyarak iç dünyasına çekilebilir.

Bebek her ağladığında kucağa alınmalı mıdır? Yoksa alınmama­lı mıdır? Bu sorular pek de anlamlı değildir; çünkü bu sorular evet ya da hayır diye yanıtlanamaz. Bebeğin aslında ağlayarak ne anlat­maya çalıştığı anlaşılmalı, ona göre uygun davranış sergilenmelidir.

22 Haziran 2010 Salı

Kardiyak Debi Monitorizasyonu

Kardiyak Debi Monitörizasyonu

Kardiyak debi (CO), kalbin bir daki­kada periferik sirkülasyona pompaladı­ğı kan miktarıdır. Bu ölçüm, dokuların otoregülasyonundan etkilendiği için sa­dece kalbin değil, dolaşım sisteminin durumunu yansıtır. CO, stroke volüm ve kalp hızının çarpımına eşittir. Preload, afterload, kalp hızı ve kontraktilite, hep birlikte CO'u belirler. CO ölçümünün kardiyak hastalarda özel bir önemi vardır. CO'nun normal değeri 5-6 L/dk'dır. CO'nun vücut yüzeyine bölün mesi ile kardiyak indeks (CI) hesapla-nabilir. Normal değeri 2,7 L/dk/m2'nin üzerindedir. Bu değer 1.8 L/dk/m2'nin altında olması kardiyojenik şoku göste­rir. CO ölçümü için kullanılabilecek


teknikler şunlardır:

1. İndikatör dilüsyon teknikleri
2. Termo dilüsyon yöntemleri
3. Fick yöntemi
4. Doppler teknikleri
5. Puls countur yöntemi
6. Torasik impedans yöntemi

Ekokardiyografî

İki boyutlu transözefagial ekokardi­yografî ile intraoperatif kardiyak görün­tüleme seçilmiş hastalarda anestezi ve cerrahi sırasında kardiyak fonksiyonun monitörizasyonu için kullanılabilir. İnt­raoperatif ekokardiyografî ile bölgesel ventriküler duvar hareketi (myokardiyal iskemi), ejeksiyon frakiyonu, kalp ka­pak fonksiyonları ve intrakardiyak hava hakkında değerli bilgiler elde edilebilir.

Anne Babanin Cocuktaki Etkisi

Anne babaların kendi çocukluk deneyimlerinin çocukları ile olan ilişkilerine etkisi nedir?

Ülkemizde toplum olarak olmasa da, en azından belli kesimlerde çocuğa verdiğimiz değerde büyük ilerlemeler var. Kendi çocukluk­larının buruk yalnızlığı içindeki anne babalar, "Benim olmadı. Ben görmedim. Ama çocuğum görsün..." anlayışıyla amansız bir gay­ret içine girmiş durumdalar. Koşulları elverdiğince, hatta koşulla­rını zorlayarak "her şeyi" yapıp almaya çabalıyorlar çocukları için. Hemen hemen her ebeveynin üzerinde birleştiği ortak nokta ise günümüzde çocuk yetiştirmenin çok zor olduğu Anne baba olmak keyifli olmasının yanında dünyanın en zor, en sancılı uğraşlarındandır. Hemen hemen her konuda yaşam tec­rübelerimizi ve bilgilerimizi kullanarak bir şekilde sonuca ulaşabi­lirken; çocuğumuzla olan ilişkimizde bunun böyle olmadığını yaşa­yarak görürüz. Bunun nedeni anne baba ve çocuk ilişkisinin duy­gusal bir ilişki olması ve geçmiş yaşantılarımızdan, kendi çocukluk deneyimle­rimizden bağımsız bir şekilde davran­mamızın mümkün olmamasıdır.

Yaşamımızın ilk yılları, hatta ilk ay­ları kişiliğimizin oluşumu ve ruh sağlı­ğımızda kritik bir öneme sahiptir. Her ne kadar kronolojik olarak bebeklik dönemini çocukluk, ergenlik, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık dönemleri izlese de, duygusal dün­yamızda böylesi bir sıralı geçiş söz konusu değildir.
Bebeklik döneminde edindiğimiz duygusal deneyimler bizim sonraki yaşamımızda etkin bir şekilde ve sürekli olarak etkili olup, davranışlarımızın büyük bölümünü oluşturur. İşte bu nedenle be­bek ruh sağlığı, yetişkin ruh sağlığının temelinde yer alır.

Anne babanın çocuğu ile olan ilişkisi, bilinçaltı olarak anne ba­banın kendi çocukluk deneyimlerini harekete geçirir. Bir başka de­yişle; anne baba sürekli olarak kendi çocukluk deneyimlerinin et­kisi altındadır. Bu nedenle de anne babalar bilinçdışı olarak çocuk­larında kendi çocukluklarını yaşarlar. Aynı nedenle de ilişki kur­dukları ya da ilişki kurmakta zorlandıkları aslında kendi çocuk­lukları olur. Çok hırslı olan, ya da tam tersi ilgisiz olan anne baba­ların kendi anne babaları ile olan ilişkileri irdelendiğinde arada an­lamlı bir ilişkinin varlığı ortaya çıkar. Sözgelimi çok sert bir baba­ya sahip olan babanın kendi çocuğu ile olan ilişkisinde aynı şekilde ya çok sert ve mesafeli davrandığı ya da çocuğuna karşı kendi deneyimlerinin acısıyla çok duygusal davrandığı, çocuğunun ta­leplerinin hemen hemen hepsini yerine getirme çabası içinde oldu­ğu görülür.

Geceleri ağlayarak uyanan bir bebeğin ağlamalarına anne baba­nın yükleyeceği anlamlar, vereceği tepkiler işte bütün bu geçmiş yaşantılar temelinde şekillenir. Anne babaların çocukları ile sağlık­lı ilişki kurabilmeleri doğalarında zaten varolan içgüdü ve önsezi­lerini güven duygusu içinde açığa çıkarıp, yaşama geçirmeleri ile olur. Anne babalar bunu birbirlerine zaman ayırarak, çocuklarını olduğu kadar kendilerini de dinleyerek, gözlemleyerek yapabilirler
.

Suda Bogulmalar Hakkinda Bilgiler

Suda Boğulmalar Hakkında Bilgiler

Hayat standartının yükselmesi ile irlikte deniz ve diğer suların kıyıların-a yapılan tatiller, kontrolsüz ve bilgi-izce suya girişler suda boğulma sonucu İlimlerin artmasına neden olmaktadır, lkemize ait sağlıklı bir istatistik bilgi e yazık ki yok, fakat ABD'de her yıl ortalama beş-altı bin kişinin boğularak öldüğü bildirilmiştir. Dünya popülasyo-nunda; suda boğulmalar kaza ile ölüm sebeplerinden taşıt kazaları ve yanıklar­dan sonra 3. sırayı almaktadır.

Normalde su altında yüzen bir kişi yüzme sırasında kaslarını çalıştırır. Bu olayda enerji kaynağı oksijenle yanan giukoz olup, sonuçta C02 birikir. Bu C02, beyin omurilik sıvısına (BOS) geçer ve bulbusun üst önyan bölgesinde bulunan solunum kemoreseptörünü uyarır. Bu uyarma, kişiyi soluk almaya zorlar. Yüzen kişi suyun üzerine çıkar. Derin soluk alır ve yüzme böylece sürüp gider. Kişi su üstüne çıkamazsa 2 koruyucu mekanizma gelişir

1. Dalma refleksi 10 sn'de başlar, kalp hızı 30-50/dk olur.
2. Laringospazm, geçici olarak su aspirasyonunu engeller.

Herhangi bir nedenle suyun yüzeyi­ne çıkamayan kişi ise bir süre soluğunu tutar. Değişen süre ile kurtulmak için çaba sarfeder. Bundan sonra bol miktar­da su yutar ve kusar. Bilindiği gibi fa-rinks ve larinksteki su laringospazma yol açar. Bu laringospazm çok kuvvetlidir ve kolaylıkla gevşemez. Başlayan hipoksi giderek artan anoksiye doğru gelişir. Bu asfıksi sonucu bütün kaslar bu arada larinks kasları da gevşer ve glottis açılır. Larinks gevşedikten sonra su akciğerlere büyük bir hızla dolmaya başlar.

Tatlı Suda Boğulma

Larinks gevşedikten sonra büyük bir tatlı su kitlesi akciğerlere hücum eder. Trakea, bronşlar, bronşioller ve alveol-ler su ile dolarlar. Alveol kapillerindeki kanın içinde bulunan elektrolit, protein ve diğer elemanların yarattığı osmotik basınç hiç elektrolit içermeyen tatlı su­yun süratle dolaşıma karışmasını sağlar ve yaklaşık 2 dakika içinde kan volümü iki misline varır. Kandaki elektrolitler, Na, K, Ca, Mg, Cl ve SO/lar kandan al-veollere geçmeye başlarlar. Bu hipervo-lemi aslında kalbin önünde bir engeldir. Santral venöz basınç yükselir. Kalp yet­mezliği gelişir. Tatlı suda boğulmada akciğer alveollerinde çok az su vardır. Oluşan hemodilüsyon sonucu eritrosit­ler su alarak şişerler ve yırtılırlar, Hb ve K+ seruma dökülür. Bu rölatif hiperka-lemi ventriküler fıbrilasyona neden ola­rak kişinin ölümüne yol açar. Kişi resü-site edilirse bu kez kandaki serbest Hb ve parçalanmış eritrosit gövdeleri böb­rek tubuluslarını tıkayarak akut böbrek yetmezliğine neden olur.

Tuzlu Suda Boğulma

Deniz suyu %3.5 karışık tuzlar içerir ve hipertoniktir. Serum osmolalitesinin 310 mMol/L olmasına karşın deniz su­yu osıriblalitesi 1200 mMol/L'dir.

Trakeayı, bronşları, bronşiolleri, al-veolleri dolduran deniz suyu hipertoni-sitesi sonucu alveol kapillerindeki kandan bol miktarda sıvıyı alveol boş­luğuna çeker. Kendisindeki yüksek kon-santrasyonlu Na, K, Mg, Ca, Cl ve S04'ları seruma verir. Kanda hipernatre-mi, hiperkalemi, hipovolemi, akciğer­lerde şişme, ağırlığın çoğalması ve peri-ferik kanamalar oluşur. Deniz suyu hem bu yüksek hipertonisitesi hem de alve-ollerdeki sürfaktanları yıkayıp yapısını bozması sonucu alveol çeperlerinin kol-labe olmasına, duvarlarının bozulması­na ve proteinlerin alveollere geçmesine yol açar.

Sürfaktanların yıkanması ile alveol-ler kollabe olur. İnterstisyel pnömoni, kanda oluşan hipovolemi ekstrasellüler aralıktaki sıvıyı kana çekerek bunu den­gelemeye çalışırsa da bu hipovolemi devam eder. Kalbe venöz dönüş azalır. Kalp debisi düşer. Hiperkalemi ve hi-pernatremi nedeni ile kalp durur ya da ventriküler fıbrilasyona girer.

Akciğerlere dolan su ister tatlı ister tuzlu olsun havanın yerini aldığından dolayı kana hiç 02 geçmemekte, C02 te-mizlenememekte, glukoz 02'sizlikten dolayı C02'e kadar yanmayıp pirüvik ve laktik asit seviyesinde kalmakta ve me-tabolik asidozise sebep olmaktadır. 2.2 ml/kg sıvı aspirasyonu ile 3 dakikada Pa02 60 mmHg'ya iner. Sonuçta kanda 02'nin parsiyel basıncı düşmekte, C02'in parsiyel basıncı yükselmekte, kan pH'ıda azalmaktadır. Tatlı ve tuzlu suda boğulmadaki fıziko-şimik farklılık olayın başlangıcında çok açıkken za­manla eşleşirler.

Sudan çıkarılmış bir kişinin akciğer-lerindeki suyu boşaltmaya kesinlikle gayret edilmemelidir. Aynı şekilde midedeki suyun çıkartılmasına çalışılması da sakıncalıdır. Zira akciğerlere asit su­yun girmesine ve Mendelson sendro-munun gelişmesine neden olabilir.

Suyun ılık ya da soğuk oluşunun su­da boğulmalarda önemi vardır. Soğuk suya dalışta kişi üşür ve titremeye baş­lar. Bu titreme kasların kasılmasına ve bol miktarda 02 tüketimine neden olur. Bol C02 üretilir. O nedenle soğuk suda ölüm ılık suda ölümden daha hızlı geli­şir. Hipoterminin koruyucu etkisi de olabilir. Metabolizmayı düşürür. Beyin metabolizması ve 02 gereksinimi azalır. Laktat birikimi yavaş olur. Nörotrans-mitter salınımı gecikir. Serbest hidroksil radikallerin salınımı azalır. Hipotermik hücre membranlannda daha uzun süreli fiziksel stabilite sağlar. Serebral kan akımı ve serebral metabolizma arasında denge korunur. Hipoksi sonrası iyileş­me daha iyi olur.

Diğer yandan su altı sporlarına me­raklı ve aletsiz dalış yapan yüzücüler hiperventilasyon yaparlar. Soluklarını tutarlar ve dalışa geçerler. Bu durum ol­dukça tehlikeli ve yanlıştır. Çünkü hi­perventilasyon kanın 02 miktarını artır­maz, aslında normal solunumda Hb %97 satüre olup 0.3 mi 02 eriyik halde­dir. Bu durum ventilasyon/perfüzyon farkını ve fizyolojik ölü mesafenin do­ğal bir sonucudur.
Hiperventilasyonda bu değerler değiştirilemez, fakat C02 düzeyi tehlikeli bir şekilde düşer. Bu ki­şiler soluğunu tutmak ve su yutmamak için Valsaha manevrası yaparlar. Yani ağzı kapalı yutkunurlar. Sonuçta kalp debisi düşer. Bu da serebral kan akımı­nın azalmasına neden olur. Yüzen kişi­nin kasları çalışırken hipoksik şartlarda glikozu pirüvik asit, laktik asit düzeyi­ne kadar yakar ve C02 yapımı azalır. Serebral kan akımı bir miktar daha aza­lır. İşte bu serebral hipoksi (anoksi) so­nucu şuur kaybolur. Eğer yüzücü hiper­ventilasyon yapmadan suya dalarsa kandaki normal C02 düzeyine, kasların çalışması sonucu oluşan C02 eklendi­ğinde kan C02 düzeyi yükselir. Bu so­lunumun şimik reseptörlerini uyararak soluk alma isteğini doğurur. Yüzücü su üstüne çıkıp soluk alır. Buna karşın hi-perventilasyon yaparak dalan yüzücüde C02 düzeyi düşüktür ve bilinç kaybı so­luk alma isteğinden daha evvel geldi­ğinden yüzücü soluk alma isteğini duy­madan bilincini kaybeder, bu nedenle su yüzeyine çıkamaz ve boğulur.

Suda Boğulmalarda Acil Tedavi

Suda boğulmalarda tedavi 3 basa­maklıdır:
Olay yerinde
Ambulansta, transportta
Hastanede

Olay yerinde: Sudan çıkarılan kişiye kalbi ister çalışır, ister durmuş olsun ilk yapılacak iş bilinç durumu ve solunu­munu değerlendirmektir.Bilinci kapalı, solunumu olmayan kazazadeye ilk iş ağız ağıza, ağızdan buruna 2 etkin ya­pay solunum yapmak ve yardım çağır­maktır. Ağızdan ağıza yapay solunumda ağıza havayolu koyulabilirse gayet etki­li bir solunum sağlanır. Yalnız bu acil durumda havayolu aramak, el ventilatö-rü için koşuşturmak önemli zamanların boşa harcanmasına neden olacağından gereksizdir. Zaten şuuru kaybolmamış bir kişide ağıza konan havayolu kusma­ya neden olur. Bu asitli sıvı akciğerlere girerek durumu daha da ağırlaştırır. Su­dan çıkarılan kişinin kalbi de durmuşsa yapay solunumla birlikte kalp masajına başlanmalıdır

Ambulans, transportta:
Isı kaybı önlenir, ısıtılır.
Kardiovasküler sistem stabil edilir.
02 verilir, gerekirse entübe edilir.
Servikal yaralanmaya karşı bo­yunluk takılır.

Hastanede: Olanakları bulunan bir kliniğe ulaştırıldığında kişi derhal en­tübe edilmeli ve aralıklı pozitif basınçlı ventilatörle yapay solunuma başlanma­lıdır. Yapay solunum yaptırılırken kan gazları da dikkatle izlenmelidir. Kalbi durmuş ve masajla çalıştırılmış kişiler­de hipoksik metabolizma sonucu gli­koz, pirüvik asit ve laktik asit düzeyine kadar yakılır ve metabolik asidoz olu­şur. Bu asidoz pH değerleri ile izlenme­li, NaHC03 ya da laktat solüsyonları ile tedavi edilmelidir.

Kan ve idrarın tam laboratuvar tet­kikleri yaptırılmalı, tatlı su boğulmala­rında hipervolemi diüretiklerle tedavi edilmeye çalışılmalı, tuzlu su ile boğu­lanlarda görülen hipovolemi, hemokon-santrasyon ve yüksek hemotokrit düze­yi sıvı ve plazma infüze ederek düzeltil­meli, elektrolit dengesine dikkat edil­melidir. Suda boğulanların akciğerlerin­de interstisyel bir pnömoni başlar, bu nedenle antibiyotik başlanmalıdır. Kalp masajı sırasında kalbin cevabını sağla­mak ve etkili olarak çalışmasına yar­dımcı olmak üzere vazopressör ajanlar­dan yararlanılır. Kalbe doğrudan yapıla­cak injeksiyonlardan koronerlere zarar verileceği, pnömotoraks ve mediastini-te, perikardit ve plörite neden olma ola­sılığından dolayı kaçınılmalıdır. Dur­muş kalp tekrar çalıştırıldıktan sonra bi­le mevcut iskemi sonucu yıpranmış ola­cağından kolayca fıbrilasyona girebilir. Bu durumda defibrilatörle devreye gire­rek kalbin normal ritmi sağlanmalıdır. Elektrolit dengesizliği düzeltilmeli, sık aralıklarla K+ incelenmelidir. Hiperkale-minin kalp üzerindeki etkileri CaCl2 ile önlenmeye çalışılmalı. Yüksek düzey­deki K+, iv uygulanan %50 glukoz solüsyonu ve insülin ile normale indiril­meye çalışılmalıdır. Hipoksi ve kalp durması sonucu ve tatlı suda boğulmaya bağlı olarak hipervolemi çoğunlukla be­yin ödemine neden olur. Beyin koruyu­cu tedavi planlanmalıdır.

Sonuç olarak; suda boğulmalarda hi­poksi, hipovolemi veya hipervolemi, asidozis, hipotermi ile mücadele edil­melidir.

21 Haziran 2010 Pazartesi

Pulmoner Arter Kateteri

Pulmoner Arter Kateteri

Akımla yönlendirilen, balon içeren pulmoner arter kateterleri, sol ventrikü-lün doluş basınçlarını değerlendirmek amacıyla pulmoner arter basınçları ve pulmoner arter oklüzyon basıncını ölç­mek amacıyla sık olarak kullanılır. Pul­moner arter basıncı ölçümünde sıklıkla Swan-Ganz kateteri kullanılmaktadır. Pulmoner arter kateteri, sıklıkla internal juguler ven yolu ile perkütan olarak yerleştirilir. Kateterin takılması basınç­ların devamlı görülmesi ve karakteristik dalga formlarının tanınmasını gerektirir. (Pulmoner Arter Basıncı)

Ucunda balon bulunan bu ka­teterin sağ atriuma girdikten sonra, ba­lonu şişirilerek, akım yönünde, sağ ventriküle, oradan da pulmoner artere gönderilmesi esasına dayanır. Balonun artık pulmoner arter dalları içinde ilersınç, pulmoner arter oklüzyon basıncı PCWP, bu noktada balonun indirilme-si ile okunan basınç da pulmoner arter basıncını PAP gösterir Bu kateter. pulmoner arter basıncına ek olarak int-rakardiyak basınçların ve termodilüs-yon yöntemiyle kardiyak debinin ölçü­müne, kalbin değişik yerlerinde endo-kardiyal "pacing" yapılmasına da olanak verir. Ancak, pulmoner arter kateterinin kullanımı için endikasyonlar az sayıda ve halen tartışmalıdır

Pulmoner basınçların mnnitörizas-yonu, özellikle akut kalp yetersizliğini sıvı yojümü ile ilgili problemlerden ayırt etmek gerektiğinde, yararlı olur. Ayrıca, akut miyokard infarktüsü veya diğer kardiyak problemlerde, şokta, travmada veya sıvı hacmi ve sirkülatu-var durum hakkında şüphe olduğunda sıklıkla kullanılan bir izlem yöntemidir. Pulmoner arter oklüzyon basıncı, sant­ral venöz basıncı etkileyen pek çok faktörden etkilenir: Volüm, ventriküler fonksiyon, intratorasik basınçlar, abdo-minal distansiyon ve vazopressörler. Pulmoner arteriyel hipotansiyon, hipo-volemik şokta sıklıkla görülürken; pul­moner arteriyel hipertansiyon ise hipo-volemik ve travmatik şoktan sonra, konjenital interatriyal ve interventriküler defektlerde, kronik obstrüktif akci­ğer hastalıklarında ve primer pulmoner hipertansiyonda görülür.

Bebekte Dogum Sonrasi Uyku

Bebekte Dogum Sonrası Uyku

Doğum sonrası annenin yeniden çalışmaya başlaması bebeğin/çocuğun uyku düzenini nasıl etkiler?

Günümüzde annelerin büyük bölümünün çalışması ve doğumdan kısa bir süre sonra işe dönmek zorunda kalması annelerin karşı karşıya kaldıkları önemli sorunlardan biridir.

Doğum, anne ve bebek için dokuz ay süren hamileliğin ardından yaşanan bir ayrılma deneyimidir. Anne ve bebeğin yeniden bir bütün olabilmeleri için doğumdan sonra birlikte baş başa çokça zaman geçirmeye gereksinimleri vardır. Pek çok kadın yeniden çalışmaya başladıktan sonra bebeklerinin uyku problemi yaşamalarından yakınırlar. Bebeğin gece uyuyamasının altında yatan nedenin gece anneden ayrılamama sorunundan kaynaklandığını düşünecek olursak, annenin gün içinde bebeğine nasıl veda ettiği önem kazanır. Bebekle vedalaşmanın onu daha çok üzeceğine inanan anneler, bebeklerinin kendilerini unuttuğunu varsaydıkları bir anda adeta bebeklerinden kaçarak ayrıldıkları için işe pişmanlık duygusu içinde giderler.

Gün içinde işe gitmeden önce vedalaşmanın acısından kaçınan anne, ertelenen vedalaşma ile akşam uyku saatinde yüzleşmek zorunda kalır. Sabahleyin bebeği ile vedalaşarak ayrılan anne, bebeğine, ayrılmaya karşı tepkisini uygun zamanda, uygun biçimde gösterme şansı tanır. Böylece de bebek ayrılmaya ilişkin tepkisini geceye kadar içinde tutmaz, bu tepkiyi uyku için vermez.

Annenin vedalaşarak ayrılması, bebeğine kendisinin ne zaman orda olup olmadığını bildirmesi, bebeğin kendisini güvende hissetmesine yardım eder. Annenin ayrılma ile ilgili kendi duygularının farkına varması, ayrılma deneyiminin zannedildiğinden daha karmaşık bir süreç olduğunun bilincinde olması, aslında işinin kendisini bebeğinden ayırdığı yerine ayrılanın kendisi olduğunu algılamasına yardım eder. Bu da annenin ayrılmanın sorumluluğunu almasına ve işinden keyif almasına yardım eder.

Çalışan annelerin yaşadıkları bir başka problem de ayrı geçirilen bir günün akşamında eve döndüklerine bebekleri/çocukları ile bire bir ilgilenmekte zorlanmalarıdır. O nedenle de bebekleri/çocukları için yemek hazırlamak, belki birlikte televizyon seyretmek, kitap okumak, banyonun hazırlanması yani bir şey aracılığı ile onlarla ilişki kurmak, doğrudan ilişki kurmaya tercih edilir. İş dönüşü ten temasını da içeren bir ilişki içinde olmak, oyun oynamak da genellikle anneleri zorlar. Sıra uyku için ayrılmaya geldiğinde gerçek anlamda bir kavuşma yaşanmadığı için uykuya gidiş de zor olur. Annenin bebeği/çocuğu ile arasındaki ilişkide çokça ten teması ile birlikte oyunların oynanması bebeğin/çocuğun uyku ile gelen vedalaşmayı daha kolay yaşamasını sağlar.

Annenin doğumdan kısa bir süre sonra çalışmaya başlaması anne ve bebeğin birbirlerini tanıyıp, birbirlerinin ritimlerine ayak uydurmalarına engel olur. Arzu edilen, ilk iki yılda annenin bebeğine kendisinin bakmasıdır; ancak günümüz çalışma koşulları ne yazık ki buna izin vermemektedir. Yeniden çalışmak durumunda kalan annenin en büyük tesellisi işe dönmenin kendisi için yeniden bir şeyler yapmaya başlamak anlamına gelmesidir. Yani bir anlamda kendisini 'beslemeye' başlayacağından, bebeğini 'beslemesi' daha kolay olacaktır.

Zehir Danisma Merkezi Bilgileri

Zehir Danışma Merkezi Bilgileri

Kimya ve ilaç sanayinin gelişmesi, bir yandan toplum yaşamına ve tıp dün­yasına çeşitli seçenekler sunarken; öte yandan zaten dört bir yanda aşırı mik­tarlarda bulunan zehirlenme nedenlerini de arttırmaktadır. Kimyasal maddeler ve ilaçların yanısıra doğada bulunan tüm bitki ve hayvanların zararlarını bil­mek insan belleği için olanaksızdır. Bu nedenle 1950'li yılların başlarından iti­baren Avrupa ve Amerika'da zehir da­nışma merkezlerinin kurulmasına başlanmıştır.Bugün dünyada 600'ü aşkın sayıda zehir danışma merkezi;

Telefonla gelen ilaç ve zehir bil­gisi istemlerini cevaplandırmak
Akut zehirlenme olgularında ko­runma ve tedaviyi yönlendirmek
Toplum ve sağlık görevlilerini zehirlenme olaylarında uyarmak
Zehirlenmelerde morbidite, mor-talite ve tedavi maliyetinin azal­tılmasını sağlamak
ana başlıklarında hizmet sunmakta­dır. Bu merkezlerde geniş bilgi hacmini taşıyan bilgisayar

programları, çeşitli kitap ve mecmuaların yardımıyla, iyi yetiştirilmiş konuyu bilen sağlık perso­neli 8 saat ve/veya 24 saat süre içinde devamlı görev yapmaktadır.
Ülkemizde de Ankara Refik Saydam Hıfzısıhha Zehir Araştırma Müdürlü-ğü'ne bağlı, Bursa Uludağ Üniversitesi Zehir Danışma Merkezi, Ankara Hacet­tepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi'ne bağlı, İzmir Dokuz Eylül Tıp Fakülte­si'ne bağlı olmak üzere 4 Zehir Danış­ma Merkezi bulunmaktadır. Bunlardan Ankara Hıfzısıhha Zehir Danışma Mer­kezi ve Uludağ Zehir Danışma Merkezi 24 saat kesintisiz hizmet verirken, diğer ikisi 8 saat gündüz hizmet vermektedir.

20 Haziran 2010 Pazar

Hiperbarik Oksijen Tedavisi

Hiperbarik Oksijen (HBO) Tedavisi

Plazmada erimiş oksijen miktarını 10 kez arttırarak hemoglobin olmadan serebral oksijen gereksinimini karşıla­mak esasına dayanır. 3 Atm'de ideal erimiş oksijen kontenti 6,8 volüme, or­talama doku oksijen ekstraksiyonu orta­lama %6 volüme çıkar. Böylece doku solunumu hemoglobin olmadan da kar­şılanır.

Hemoglobini kovalen bağlarla bağ­layan başta karbon monoksid (CO), hidrojen sülfür, karbontetraklorür ya da siyanür gibi toksik maddelerle karşıla­şanlarda, methemoglobinemi hallerinde ve kahverengi örümcek ısırmalarında başarı ile kullanılmaktadır. CO'in kan­dan kaybolma hızı (yarılanma ömrü) 250 dakikadır. Hava yerine oksijen so-lutulduğunda 50 dakikaya iner. 2,5 Atm'de oksijen solutulduğunda 22 da­kikaya düşer.
CO zehirlenmesinde tedavi endikas-yonunu karboksi-hemoglobin (COHb) düzeyi koydurur.
COHb %25'den yüksek erişkinlerde,
COHb % 15'den yüksek kardiyak-larda,
COHb %15'den yüksek gebe­lerde,
COHb %15'den yüksek çocuk­larda kesin endikasyon vardır.
COHb ölçülemeyen durumlarda eğer CO zehirlenmesi tanısı ko-nulmuşsa,
Pa02 60 mm Hg'dan düşükse,
CO inhalasyonu ve metabolik asidoz varsa endikedir.
Tedavi şemasi ise; ilk seans 3 Atmosferle 30 dakika süre ile, sonra 2 Atmosferle 60 dakika süre ile de­vam edilir ve COHb %10'un altına dü­şene dek devam edilir.
Tedavi sonunda hastaların, kısa za­manda ve nörolojik ve psikiyatrik sekelsiz olarak taburcu edilmeleri mümkündür.

Deri ve Mukoza Yolu ile Zehirlenmelerde

Zehirli maddelerin önce giysi mater-yeli tarafından, oradan deri tarafından emilerek olaydan 2-3 gün sonra zehir­lenme bulgularının ortaya çıkması ola­ğandır. Ancak olay zamanla unutulduğu için şüphelenmek mümkün olmayabilir.
Bu yolla zehirlenmelerde;
Giysilerin hemen çıkarılması,
Vücudun ve başın bol su ve sabunla yıkanması,
Göz kürelerinin serum fizyolo­jikle irrige edilmesi,Ağız, burun, kulak ve boğaz mukozalarının su ile irrige edil­mesi gerekir.

Santral Venöz Basinc ve Kateter

Santral Venöz Basınç

Santral venlerin kateterizasyonu, santral venöz basıncın ölçülmesi ve uzun dönem intravenöz beslenme (özel­likle hiperalimentasyon) sağlanması için uygulanmaktadır. Ayrıca, periferik vazokonstrüksiyon ile birlikte olan akut bir kanamadan sonra periferik bir veni perkutan olarak kateterize etmek müm­kün olmadığı için, bu gibi durumlarda kan volümünün hızla yerine konması amacıyla santral venöz kanülasyon se­çilmelidir. Spesifik santral venöz kanü­lasyon yerleri kendilerine ait avantajlar ve dezavantajlara sahiptirler.

İnternal juguler venin kanülasyonu ilk kez 1969'da "English" tarafından tanımlanmış ve o zamandan bu yana anestezistler arasında giderek popülarite kazanmıştır. Bu tekniğin avantajları ara­sında; anatomik yapılarla arasındaki ilişkinin sabit olması nedeniyle yüksek başarı oranı, sağ atriuma kısa-düz bir yol oluşturması nedeniyle kateterin ucunun hemen daima ya sağ atriumda ya da superior vena kavada olduğunun garantilenmesi, ameliyat masasının ba­şından kolaylıkla ulaşılabilir olması, subklaviyan ven kateterizasyonuna kı­yasla daha az komplikasyona neden ol­ması sayılabilir. İnternal juguler ven, sternokleidomastoid kasının lateral de­metinin mediyal sınırı altında lokalizedir.

Santral venöz kateter

Subklaviyan venin, supraklaviküler veya infraklaviküler yaklaşımla kanüle edilmesi uzun zamandan beri, santral venöz kateterizasyon amacıyla kullanıl­maktadır. Başarı oranı, eksternal juguler venden daha yüksek, internal juguler venden ise daha düşüktür. İnternal ju­guler vene göre subklaviyan ven kanü-lasyonu, daha fazla komplikasyona ne­den olur. Bununla birlikte karotid arter cerrahisinde, santral venöz basınç monitörizasyonu endike olduğunda kanülasyon için kullanılabilir. Ayrıca paren-teral nütrisyon veya uzun süreli santral venöz basınç monitörizasyonu gerekli olduğunda hasta tarafından daha iyi to-lere edilebildiği için tercih edilebilir. (santral venöz katater)

Santral venöz monitörizasyon için bir başka giriş yolu da bazilik ve sefalik venlerdir. Bu yolun avantajları, kompli-kasyon şansının düşük olması ve intrao-peratif dönemde kolaylıkla ulaşılabilir-liğidir. Majör dezavantajı ise kateterin yerleştirilmesinde sık olarak güçlükle karşılaşılmasıdır. Kateterin körlemesine ilerletilmesinin %59-75 oranında sant­ral venöz kanülasyon ile sonuçlandığı bildirilmiştir. Bu yaklaşımda kateterin ucunun lokalize edilebilmesi için göğüs filminin çekilmesi özellikle önemlidir

19 Haziran 2010 Cumartesi

İnvaziv Monitorizasyonu

Kardiyovasküler Sistemin İnvaziv Monitörizasyonu

Kardiyovasküler sistemin invaziv monitörizasyonu kompleks ve bazen uzamış operasyonlar için sıklıkla belir­gin medikal problemi olan hastalarda uygulanır. İntra-arteriyel, santral venöz basınç ve pulmoner arter kateterleri (Swan-Ganz) anestezistler tarafından uygulanan invaziv monitörlere örnektir. Fayda-zarar oranı ve maliyet, bu moni­törlerin seçiminde göz önünde bulundu­rulmalıdır. İnvaziv girişimi uygulayan anestezistin hasta kanı ile kontamine ol­masını engellemek için, mutlaka eldi­ven ve koruyucu gözlükler kullanması önerilmektedir. (non invaziv)

İntra-arteriyel Kan Basıncı

Periferik artere yerleştirilen bir kate-terle kan basıncının devamlı kaydedil­mesi, atım-atıma kan basıncı monitöri-zasyonunu sağlarken, aynı zamanda arteriyel kan gazlan, pH ve elektrolitlerin analizleri için örnek alınmasını da sağ­lar. Periferik arterler (radiyal, brakiyal, femoral, dorsalis pedis ve superfısial temporal) kanülasyon için kullanılabil­mekle birlikte, en yaygın olarak radiyal arter tercih edilmektedir. (minimal invaziv cerrahi)

Genel olarak, "Ailen" testiyle saptanan yetersiz kolla­teral arteriyel kan akımı, diğer taraftaki radiyal artere de kateter yerleştirilmesi için rölatif kontrendikasyon oluşturur. Buna rağmen, anormal "Ailen" testi varlığında radiyal arter kanülasyonunu takiben hiçbir problem gelişmediğini bildiren yayınlar bulunmaktadır. Daha­sı, kateterin çıkarılmasından sonra ra­diyal arter kan akımının azalmasının veya yokluğunun klinik önemi hemen hemen hiç yoktur. Sonuç olarak radiyal arter kanülasyonu, düşük riskli ve yük­sek yararlı olması nedeniyle daha sık kullanılması gereken bir monitörizas-yon tekniğidir.


Radiyal arterin kanülasyonu, el bile­ği yumuşak bir destek üzerinde dorsifleksiyona getirilerek uygulanır. El, immobilizasyon için flas-terle tespit edilir ve radiyal arterin seyri palpe edilir. Seçilen iğne giriş yeri antiseptik bir solüsyonla silinir ve hasta uyanık ise lokal anestezik solüsyon ile infıltrasyon uygulanır.

Bebeklerde Masaj ve Uyku Duzeni

Bebeklerde Masaj

Bebek masajının anne-bebek ilişkisindeki önemi nedir? Masaj yapmak bebeğin uyumasına yardım eder mi?

Anne bebek ilişkisi, müzisyen ve enstrümanı arasındaki ilişki­ye benzer. Ancak bu ilişkide anne ile bebek, ne yalnızca müzisyen ne de yalnızca enstrüman rolündedir. Karşılıklı etkileşimle bu di­namik ilişki içinde "çalıcı" ve "çalınan"ın rolleri sürekli olarak de­ğişir.


Gün boyu sadece bebeğiniz ya da çocuğunuz ile ilgilenmek çok yorucu bir eylemdir ve bazı anneleri depresyona kadar götürebilir. O yüzden annenin gün içinde bebeğinden uzakta kendisine ait za­man yaratması çok önemlidir.

Anneliği bütün zorlukları yanında genel olarak keyifli bir hale getirebilmek, bebeğinizi pasif olarak düşünmeyip, onunla iletişim kurmanızla mümkün olur. Bebeğinize masaj yapmak onunla ileti­şim kurma yöntemlerinden en etkili olanıdır.

Bebeğinizin güven içinde, bağımsız bir şekilde büyümesinde başta anne sonra da baba ile geliştireceği "bağlanma" deneyiminin rolü büyüktür. Bağlanmanın gerçekleşmesi ise ancak anne ve be­beğin birbirlerini karşılıklı olarak iyi anlamaları ile mümkündür. Bebek masajı "dokunma" ve "iletişim"in bu dönemdeki önemini çarpıcı bir şekilde ortaya koyan güzel bir örnektir.

Bebek masaj, anne ve bebeğin birbirleri ile tanışıp ilişkiyi baş­latması ve geliştirmesi için önemli bir role sahiptir. Bebek masajı­nı yalnız fiziksel yararları olan fiziksel bir terapi olarak düşünme­mek gerekir. Masaj sırasında iletişimin beş boyutu ile birlikte (gör­me, dokunma, koklama, duyma ve tat alma), altıncı boyut olarak hareketler de devrededir. Bu sırada ten teması ile sağlanan sözsüz iletişimin ilişkinin niteliğindeki önemi büyüktür. Sözgelimi, anne­nin bebeği ile göz teması kurarak bebeğinin ayak parmaklarına dokunması, bunu yaparken yumuşak bir sesle ne yaptığını bebe­ğine anlatması, vücudunun dokunduğu bölgelerin adı ile birlikte, bebeğini rahatlatacak "gevşe", "rahatla" gibi sözler söylemesi be­beği yalnız fiziksel olarak değil, ruhsal olarak da rahatlatır. Bu da bebeğin varsa uyku probleminin aşılmasına ya da daha rahat uyu­masına yardım eder.

Heranne-bebek ilişkisi, kendine özgü dinamikleri olan "biricik" bir ilişkidir. Anneye, bebeğine nasıl bakması gerektiği konusunda genel geçer tavsiyelerde bulunmak çok da doğru bir yaklaşım değil­dir. Çünkü bu türden tavsiyeler annenin kendi iç sesini dinleyerek, doğal ve rahat davranmasına engel olur. Annenin özgüvenini olum­suz etkileyebilir. Sözgelimi, kendisine verilen tüm tavsiyeleri uygu­lamasına rağmen bebeği hiç durmadan ağlayan anneyi düşünelim. Böyle bir durumda anne hem bebeğinde bir problem olduğunu dü­şünür (çünkü yapılması gereken "her şeyi" yapmış ve işe yarama­mıştır) hem de bebeğini yatıştıramadığı için ona yetemediği duygu­suna kapılır. Bebeği ağladıkça çaresizliği artan anne karşısında ise, bebek kendini daha çaresiz hissederek daha çok ağlar. Bu da anne­nin bebeği ile olan ilişkisini tam bir kısır döngüye götürür. Böyle bir durumda anne mümkün olduğu kadar soğukkanlı davranıp bebe­ğini dinlerse stres içinde olan bebeğini yatıştırabilir. Ancak bebeği­ni dikkatli bir şekilde gözlemleyen anne onun ihtiyaçlarını bilebilir.

İşte bebek masajı annenin hem bebeği ile olan ilişkisinde kendini, hem de bebeğini gözlemlemesi için gerekli olanağı da sağlar.

Masaj sayesinde hem anne ile bebek arasında yakın bir ilişki başlamış olur, hem de masajla birlikte vücudun bölümlerini önce ayrı ayrı fark eden bebek, daha sonra vücudunu bir bütün olarak gevşemiş bir şekilde algılar. Masaj ilk yapıldığında bu deneyime alışkın olmayan bebek ağlayarak tepki gösterebilir. Böyle bir du­rumda masajı bırakmak gerekir. Ancak zamanla masaj bebek için keyifli bir hale gelecektir. Ayrıca bebek ile anne arasında yaşanan stresli zamanların neden olduğu gerilimler, geçirilen bu "nitelikli" zaman sayesinde bir ölçüde telafi edilmiş de olur.

Bebeğe masaj yapmak için en ideal zaman bebek doyurulduk­tan bir saat sonradır. Şayet bebeğinizin ateşi varsa ya da rahatsız-sa masaj yapılmamalıdır. Yeni doğan bebeklere de masaj yapılabi­lir. Özellikle prematüre doğan bebekler üzerinde masajın olumlu et­kisi araştırma sonuçları ile de kanıtlanmıştır. Masajın etkili olabil­mesi için doğal yağların tercih edilmesi gerekir. Çünkü sadece do­ğal yağları ten en iyi şekilde emebilir. Bu yağlar arasında bebek için en ideal olanı bademyağıdır. Ancak bebeğin cildine zarar vermeye­ceğinden emin olmak için önceden bebeğin tenine yağı damlatarak sonucu gördükten sonra yağı tüm vücuduna uygulamak gerekir.